01.05.2004 / A. Aydın İlik - Veysel Arseven’in Müzik Görüşleri ve Eserleri Üzerine Yaklaşımlar (1)


     Sayın Rektörler,


 

     Çok değerli öğretim üyeleri ve konuklar,


 

     Giriş


 

     7 Ağustos 1977 tarihinde Alanya (Antalya)’da tatilde iken bir kalp krizi sonucu (öğle sıraları) 58 yaşında aramızdan ayrılan öğretmenim için 25 yıl sonra Moldova’da ve doğduğu yer olan Bavurcu’da bir konuşma metni sunacağımı asla aklımdan bile geçirmezdim. Rahmetli hocam için burada bulunmaktan dolayı çok onurlu ve mutluyum. Veysel Arseven Türk folklor araştırmacısı, eğitimcisi, piyanist, müzikolog; Halil Bedii Yönetken (1899-1968), Alman müzik eğitimcisi, müzik bölümü şefi Prof. Eduard Zuckmayer (1890-1972) ve çağdaş Türk bestecisi Ulvi Cemal Erkin (1906-1972)’in ölümlerinde de kaleme aldığı gibi “Ölümsüz oldu ve sonra öldü.” Yönetken de, Zuckmayer’de, Erkin de Arseven’in öğretmenleri olmuşlardı. (16 Eylül 1919 Doğum - 07 Ağustos 1977 Ölüm). On gün sonra ayrıca doğumunun 82. yılını da kutlayacağız ve O’nu anacağız.


 

     Kişilik ve İnsancıl Özellikleri


 

     1973-1974 öğrenim yılında “Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü”nde birinci sınıf öğrencisi iken tanıştığım değerli eğitimci, folklor uzmanı, araştırmacı, besteci, müzikolog Arseven’in “Genel Müzik Bilgileri” ve “Müzik Tarihi” derslerinin öğrencisi olmak şansına sahip oldum. Demli çayı, “Birinci” sigarası ve katlanmış olarak ceketinin yan cebinde taşıdığı “Cumhuriyet Gazetesi” ile bütünleşmişti. 1943’te “İstanbul Öğretmen Okulu”, 1946’da “Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü”nü bitirdi. İstanbul’da Ekrem Zeki Ün’ün, Ankara’da Necdet Remzi Atak’ın keman öğrencisi oldu. 28 yıl Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinde çalıştıktan sonra 1974’de mezun olduğu okulda öğretmenlik hatta bir dönem de müdür yardımcılığı yapmıştır. (Nurhan Cangal’ın bölüm başkanlığı döneminde.)


 

     Sempatik, güler yüzlü, minyon fiziğiyle sıcak kanlı Arseven; müzik tarihi derslerinde yaptığı dinletiler, bunlara ilişkin anlattıkları ile derslerinde bizleri büyüler, o dönemlere götürürdü. Biz müzik öğretmeni adayları bilinçli müzik dinleme alışkanlığımızı o derslerde kazandık.


 

     Bana göre Veysel Arseven için “yaşam = müzik, yaşam = eğitim, yaşam = inceleme, araştırma, algılama, yaşam = duraksamadan gelişmek” anlamına gelmekteydi. Derslerinin dışında teneffüslerde kantinde, konser provalarında, gezilerde, vs… her yerde öğrencileri, meslakdaşları ve okul personeli ile bir etkileşim, paylaşım içindeydi. Sürekli bir pozitif enerji yayardı. Bir öğrencinin rahat diyalog kurabileceği bir ortam yaratırdı. Öğretmenliği süresince yaşadığı anılarını nakletmeyi çok severdi. Özellikle Ankara / Kavaklıdere Semti Betekar Sokaktaki evinden okula gelirken bej renkli Renault (yeni almıştı) marka otomobiline okula yürüyerek gelmekte olan öğrencilerini bir bir toplar ve onları derslerine yetiştirirdi.


 

     En yakın dostlarından biri de “Müzik Bölümü”nde uzun yıllar kütüphane memurluğu yapan Kalender Aslan’dı. Veysel Hoca kütüphanede materyal taraması yaparken çoğu kez yakın gözlüklerinin burnunun üzerinden düşecekmiş gibi olduğunu görmüşümdür. Zaman zaman kütüphane memuruna ince cılız bir sesle “- Yahu bu plakların yeri hep değişiyor. Ben ne zaman arasam aynı yerde değil. Bulamıyorum!” diyerek aksine çok düzenli ve titiz olan bu memurla şakalaşmaktan kendini alamazdı.


 

     Bir gün bir konser öncesi toplanan koro elemanlarına unutamayacağım bir anısını anlattı:


 

     Bir gün İzmir’den Ankara’ya dönüyormuş. Otobüs şoförü Afyon’a kadar klasik müzik dinleyerek gelmiş, hatta yolculardan rahatsız olanlar olmuş. Veysel Hoca mola verince şoföre sormuş: “- İlginç bir gün geçiriyorum, sizi önce kutlarım, ancak klasik müzik merakınız nereden geliyor?” demiş. “- 30 sene konservatuvarın servis şoförü olursan sen de dinlersin” deyince Veysel Arseven, “- Seni asla unutmayacağım” demiş. Konser öncesi bundan daha güzel bir moral ve tebessüm sağlamak bence mümkün değildi.


 

     En yakın arkadaşlarından biri olan “Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası” solisti, obuva sanatçısı Ali Kemal Kaya’nın ölümü üzerine duygularını ve anılarını şöyle kaleme almıştı:


 

     “1944-1945 öğrenim döneminde ‘Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’ öğrencisiydim. Yaz tatillerinde gidecek yerim olmadığından, günlerimi hep okulda geçiriyordum. Bir gün durumumu okul doktorumuz olan sayın Sami Ulus’a açtım. Tatilimi değişik bir yerde geçirebileceğim bir ortam ve olanak hazırlarsa çok sevineceğimi söyledim. ‘- Bir şeyler düşünebilirim herhalde’ dedi.


 

     Ders yılı sonuna doğru doktor Sami Ulus: ‘- Bir olanak buldum. Razı olursan sana güzel bir tatil geçirteceğim’ dedi. ‘- Değişik yer olsun da neresi olursa olsun’ karşılığını verdim.


 

     ‘- Seni İstanbul’a, Validebağ Prevantoryumu’na gönderebilirim’ dedi.


 

     ‘- Ama ben hasta değilim ki’


 

     ‘- Daha iyi ya. Bol bol dinlenir, iyi gıda alır, ara sıra da çıkar şehirde dolaşırsın.’


 

     Böylece 1945 yazının bir ayını İstanbul’da geçirdim. Prevantoryum denizi gören geniş terasları, bakımlı bahçaleri, ağaç ve kır çiçekleri ile bezenmiş geniş bir alandı. Gelişimden birkaç gün sonra, ‘Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan Ali Kemal Kaya ile yemekte rastlaştık. Aynı sanat dalının iki insanı olarak günlerimiz birlikte geçiyordu. Yemeklerde aynı masada oturuyor, bahçede dolaşıyor, şehre birlikte iniyor, dinlenme kürlerinde hep yan yana oturuyorduk.


 

     Bu süre içinde birkaç olayı hiç unutamadım. Prevantoryum baş doktoru müziksever bir insandı. Bizim müzik öğrencileri olduğumuzu öğrenince: ‘- Öyle ise neden burada bulunan arkadaşlarınıza konserler vermiyorsunuz?’ demişti. Böylece haftada birkaç gün, prevantoryumun bir çok yerinde bulunan hoparlörler aracılığı ile, mikrofon karşısında çaldık.


 

     Ali Kemal ile birlikte, en sevdiğimiz eğlencelerden biri de, geniş bahçe içinde karınca yuvaları bulmak, bu ufacık, ama boylarından büyük, düzenli ve disiplinli işler gören canlıların yaşamlarını izlemekti. Bazen saatlerce bir karınca sürüsünü izler, zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık. Öyle zanndeiyorum ki Ali Kemal’in ölümüne kadar süren inatçı araştırıcılığında, yılmayan çalışkanlığında, bu hamarat karıncaların payı vardı.


 

     Anımsadığım bir başka olay da yemek salonunda geçmişti. Dediğim gibi yemeklerimizi aynı masada yerdik. Dokuz-on yaşlarında bir çocuk, yemeğini bizden önce bitirir, yanımızdan geçerken de, eliyle havada daireler çizerek: ‘- Ohoooo!… Biz bitireli yıl oldu, bunlar hala zıkkımlanıyor’ der geçip giderdi. Bir süre sonra çocuğun bu alaycı tavırlarından tedirgin olur hale gelmiştik. Ali çocuğu birkaç kez uyardı: ‘- Döverim ha seni’ dedi. Ama değişen bir şey olmadı. Çocuk kurulu bir bebek gibi, yanımızdan her geçişinde aynı şeyleri söyledi durdu. En son bir gün, Ali Kemal, masadan hışımla kalktı, çocuğu iki kulağından tuttuğu gibi havaya kaldırdı, güm diye yere bıraktı. Neye uğradığını anlayamayan küçük yerden kalktı, üstünü başını silkeledi, uzaklaşıp gitti. Ve bir daha da ağzından ses çıkmadı.


 

     O yaz tatilde pekişen dostluk ve arkadaşlığımız, ölümüne kadar sürdü. İyi bir obuvacı, titiz ve kılı kırk yarar bir araştırıcı, bir sentezci idi. Folklora iyice vermişti kendini. O’nu çok genç yaşta kaybettik.


 

     Tanrı’dan rahmet niyaz ederim.”


 

     Daha sonraki günlerde Ali Kemal Kaya’nın eserlerinin bibliyografyasını yayınladı.


 

     Müzik Eğitimi ve Sanatına İlişkin Yaklaşımlar

 

     “Ankara Aylık Filarmoni Dergisi”nde (1965 yılı) yayınlanan “Müziğin Dili” başlıklı yazısında “- Derler ki, sözün anlatım gücünün bittiği yerde müzik başlar.” Kendince buna şöyle yanıt verir: “- Müzik, kendi anlatım gücüne kolaylık sağlamak için her zaman dilin yardımına başvurmak zorundadır.”


 

     Yine “Filarmoni Dergi”mizde yayınlanan bir yazısında, “Müzik, insanlıkla birlikte doğmuş olan bir sanat dalıdır ve gerek etkileme gücü ve gerek yayılma alanının enginliği, gerekse toplum ve bireyleri, ruhsal ve duygusal yönden oluşturma bakımından, eğitimde en geçerli olanıdır. Çok eski .ağlardan başlayarak önceleri giz’sel, daha sonraları dinsel, eski Akdeniz uygarlıklarından bu yana da eğitsel amaçlarla toplumun hizmetinde olan bir sanattır” diye açıklamaktadır.


 

     Bir başka makalesinde ise, “Müzik, eğlencelerin en iyisi, en güzeli, en etkileyicisi ve en az zararlısıdır. Bugünkü teknik araçların aracılığı ile milyonlarca kimseye seslenebilir, onları bir tek amaç etrafında rahatça toplayabilir. Toplumlar var dünya yüzünde, insanları birbirinin ziyaretlerine giderlerken, yanlarına çalgılarını alırlar, güzel sohbetlerden sonra bir araya gelip güzel müzik yaparlar. Çünkü müziğin girdiği yere kötülük girmez” diyerek müzik sanatının yüceliğinden söz etmektedir.


 

     Folklor ve Folklor Araştırmaları Konusundaki Yaklaşmları


 

     “Folklor bir ulusun yaratıcı gücünü ve bu gücün anonim ürünleri olan her türlü halk, inanış, gelenek ve yaratmalarını konu alan toplumsal bir biçimdir” diye tanımlamıştır.


 

     M. R. Gazimihal’in desteği ile halk müziği ve folklor üzerine yazılar yazmaya başlamış, öğretmenliği sırasında derlemeler yapmıştır. Halk müziğinin melodik, metrik ve tonal özelliklerini inceleyen çalışmalarını dergilerde yayınlamıştır. 1975’de İstanbul’da toplanan “Birinci Uluslararası Türk Folklor Kongresi”ne katılarak “Türk Halk Müziğinin Ezgisel Yapısı Üzerine” adlı bir bildiri sunmuştur.


 

     Bir yazısında, “Türk Halkı, müziği sözün dışında hemen hemen düşünememektedir. Yani, bizim halkımız sözü melodinin değil de melodiyi sözün yardımcısı tamamlayıcısı olarak görür. Bu yüzden olacak folklorumuzda oyun havalarımızın bile çoğu sözlü ezgilerdir. Çalgı müziği, sözün dışında hemen hemen düşünülememektedir. Örneğin, sözlü bir parçayı sözsüz olarak çaldırınız, dinleyicilerin ilgisi yarı yarıya azalmaktadır. Nitekim saz şairi, çalan değil söyleyendir. O’nun çalgısı sesine eşlik eden bir araçtan başka değer taşımaz. Halk çalgılarımızdan çoğunun eşlikçi çalgılardan oluşu da bunu ispatlar.


 

     Öyle ise, halka gerçek müziği sevdireceksek, onları, bu müziği dinler hale getireceksek mutlaka onun tutkun olduğu vokal müzikten yola çıkılmalıdır. Bunu yaparken de temel, dünya sanat müziğinin vokal yapıtları değil, çok seslendirilmiş folklor müziği olmalıdır” demiştir.


 

     Bir başka yayında ünlü Macar besteci Bela Bartok’un (1881-1945) Türkiye’de folklor çalışmaları konusunda yayınlanan bir yazısında “İstanbul Konservatuvarı’nın 1929 yılındaki dördüncü son resmi folklor derleme gezisinden ancak yedi yıl sonra 1936’da Macar besteci ve folklorcusu Bela Bartok’un Türkiye’ye gelişi dolayısı ile Anadolu’ya kısa süreli ve yarı resmi bir gezi yapılmıştır. ‘Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşundan bir yıl sonra da, konservatuvarın folklor arşivinde korunmak, değerlendirilmek, fişlenmek, notaya alınmak ana düşüncesinden hareketle 1937 yılından 1952 yılına kadar süren ve balmumu disklere geçirilen, Anadolu’nun hemen hemen bütün bölgelerini kapsayan on bin kadar ezgi toplanmıştır. Muzaffer Sarısözen’in başkanlığında yapılmış olan bu derlemeler ne yazık ki sorumsuz davranışlardan ötürü istenilen sonuca ulaştırılamamıştır. Ezgilerin zamanında notaya alınmaması, disklerin iyi korunmaması yüzünden yıllarca süren bu geziler için harcanan zaman, insan gücü ve para tamamen boşa gitmiştir.


 

     ‘Milli Türk Folklor Enstitüsü’nün Nisan 1966’da resmen kurulması ile, öteden beri, öksüz bir çocuk gibi şunun bunun beslemesi durumunda olan ‘Türk Folkloru’, sağlam bir dayanağa kavuşmuş bulunuyor. Kuruluş ve kadro kanunu kısa zamanda çıktığı, yeterince ve değerli eşemanlarca desteklendiği takdirde şimdiye kadar kaybedilmiş bir çok değerli zamanlar telafi edilmiş olacaktır. Enstitü 1967 yazında, uzmanlardan dört kişiyi Erzurum, Kars, Artvin, Burdur, Çankırı, Yozgat ve Güney-Batı Toros çevrelerinde derlemeler yapmak üzere göndermiş ve bunlar değişik konularda derlemeler yapmıştır.


 

     Ayrıca ‘Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nca düzenlenen ve 1-15 Eylül günleri arasında yedi ilde, ikişer kişilik uzman heyetlerce yapılan halk müziği ve halk masalları derleme gezisi, son sistem ses alma araçları ile donatıldığından son derece verimli olmuş ve 1738 halk ezgisi ile 8 masal bantlara doldurulmuştur. Bu gezi her yıl sürdürülecek olup, ‘TRT Kurumu’nun ilk olumlu gezisidir” diye söz etmektedir.


 

     “Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Başkanlığı”na ithafen sorular yöneltip, cevaplarını da kendi vererek Türkiye’deki folklor çalışmalarını şöyle değerlendirmiştir:


 

     Soru: - “Türk Halk Müziği”nin bugünkü durumunu nasıl buluyorsunuz? Problemler var mıdır? Varsa, nelerdir?

     Yanıt: Öteden beri bilinir ki, teknolojik ilerlemeler ile toplumsal aşamalar ve ekonomik nedenler, halkın gelenek, görenek ve folklorik yaratılarında büyük değişikliklere yol açar ve bir süre sonra bu bilim dalında statik (durucu) bir ortamın oluşmasına dayanak hazırlar. Böylece folklorik yaratılar, birer derleme, araştırma ve inceleme konusu durumuna gelirler. Bundan sonra iş, derleyicilere, folklor bilimcilere ve araştırıcılara düşer. Nitekim Batıda Balkan ülkeleri dışındaki uluslarda durum böyledir.


 

     Teknolojik ilerlemeler özellikle halk müziği üzerinde büyük etkiler yapar. Bu etkiler de, halk müziğinin zararına olur. Çünkü halk müziğinin bölgesel karakteri, otantik kimlikleri ve kişisel ağızları bozulur ve standart (tek düze) bir renge bürünür. Bunun örneklerine radyo ve televizyon yayınlarında çoklukla rastlıyoruz. Bir radyo ses sanatçısı, Konya’dan, İzmir’den, Rize’den ya da doğu illerinden herhangi birinden alınan bir türküyü hep aynı karakterde söyler. Bunu engellemek için tek çıkar yol, zaman zaman halktan sanatçıları mikrofon ve ekranın karşısına çıkarmaktır. Bütün bunlardan da şu anlaşılıyor ki, Türk halk müziği türküleri ve oyun havaları günden güne özelliklerini yitrmekte, otantik renkleri bozulmaktadır. Bu bakımdan, hiç olmazsa olanları, zaman kaybetmeden derleyip toplamak gerekir. Bilindiği gibi, “Devlet Konservatuvarı Folklor Arşivi”nce toplanmış bulunan onbinlerce halk ezgisi, ihmal sonucu, faydalanabilir durumdan çıkmıştır. “TRT”nin 1967’de düzenlediği “Birinci Folklor Derleme Gezisi”nde bantlara alınan binlerce ezgi ise, notaya geçirilmek için, hizmet ve ilgi bekliyor.


 

     Görülüyor ki, yapılacak derlemeler ve ondan sonraki değerlendirmeler, ancak devletin parasal desteği ile gerçekleştirilebilecek büyük bir iştir. Aslında, “Milli Folklor Enstitüsü” -“Folklor Araştırma Dairesi” demeğe gönlüm bir türlü razı olmuyor- şimdiye kadar bu gibi atılımlara öncülük etmeli, koordinatörlük görevini yüklenmeli, ülkemizde sayıları pek az olan folklor uzmanları ile ülküdaşları çatısı altında toplamalı ve her türlü bilimsel çalışmalara başlamalıydı. Neden olmadı, o da apayrı bir konu.


 

     Türk halk müziğinin elbet ki bir çok problemi vardır. Ama bunların çözümü bir kişinin önerisiyle gerçekleşecek türden değildir. Uzmanlardan oluşan bir bilimsel kurul ancak bunları çözümleyip sonuca ulaştırabilir. Uzmanlar kurulunun sunacağı öneriler rafa kaldırılmazsa tabi. Ama her şeyden önce, “Folklor Enstitüsü”nün, her türlü siyasal baskı ve anlayıştan uzak tutulması, siyasal toplumsal ve inançları ne olursa olsun, kendilerinden yararlanılacak değerlerin bu çatı altında toplanmalarının sağlanması ve enstitünün özerk bir kurum haline getirilmesi, ondan sonra da teknik elemanlar ve teknik araç ve gereçlerle donatılması gerekir. Teyp makinaları, ampeksler, film fotoğraf ve çoğaltma - fotokopi makineleri gibi. Bütün bunların gerçekleşmesi için de, dolgun bir bütçeye kavuşturulması lazımdır.


 

     Soru: - Sayacağınız problemlerin sizce çözüm yolları nelerdir?

     Yanıt: Sadece iyi niyet, hoşgörü ve yetenekli kimselere görev verilmesi. Gerisi kendiliğinden gelir.


 

     Soru: - Aşıkların müzik ürünlerini, halk müziği içinde mi yoksa dışında mı düşünüyorsunuz?

     Yanıt: Aşıkların müzik ürünlerini anonim halk ezgilerinden ayrı tutmak doğru olmaz. Çünkü melodik yapısı ve anlam bakımından bunları birbirinden ayırmak olanağı zaten yoktur. Ancak, genel sınıflandırmada aşıkların müzik ürünlerine ayrı bir bölüm açılabilir. Zira zaman bu yaratıları da bir süre sonra anonim bir kimliğe kavuşturur.


 

     Soru: Halk müziği ürünlerinin çok seslendirilmesi konusundaki düşünceleriniz nelerdir?

     Yanıt: Batı sanat müziğinin kökeni halk müziğine dayanır. İlk çoksesli çalışmaların kaynağı da gene halk müziğidir. Barok çağ bestecilerinin “süit” adını taşıyan eserlerin bölümlerini halk oyunlarının ezgileri oluşturur. 19. yy. romantik çağı ile ulusal müzik okullarının doğuşunda da halk müziği büyük rol oynamıştır. Bizde de “Cumhuriyet”ten sonra başlayan çoksesli müzik hareketinin ana kaynağını halk müziği meydana getirir. Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferid Alnar, Ahmet Adnan Saygun ve Necil Kazım Akses’in ilk koro eserlerini, çokseslendirilmiş halk türküleri ya da halk oyunlarının ezgilerinden oluşturulan süitler kapsar. Ahmet Adnan Saygun’un “Sivas Halayı”, Ulvi Cemal Erkin’in “Köçekler”i gibi. Hele halk müziğinin gerek koro, gerekse çalgı müziği türlerinde çoksesli olarak işlenmesi, hem geniş halk topluluklarının gerçek sanat müziğine ısınmaları hem de eski “Osmanlı Divan Müziği” ile “Cumhuriyet Dönemi”nin çoksesli evrensel sanat müziği arasındaki büyük boşluğun kapatılmasında katkısı olur.


 

     Soru: - Halk müziği sizce nasıl icra edilmelidir?

     Yanıt: Kanaatimce, halk müziği konusunda en önemli sorun budur. Halk müziği nasıl yorumlanmalıdır? Anadolu’nun ayrı özellikler taşıyan bölgelerinin türkülerini standart bir ağızla mı, genellikle radyo sanatçılarının yaptığı gibi, yoksa bölgesel özellikler korunarak mı söylemek gerekir? Buna verilecek karşılık bölgesel özelliklerin korunması olacaktır. Bu bakımdan da bölgesel halk sanatçılarını sık sık mikrofon karşısına çıkarmak ya da bu sanatçıların söyleyeceği türküleri banda alıp, bunları zaman zaman yayına sokmalıdır. Çalgı müziği türündeki eserler ise, yani oyun havaları, kendi bölgesel çalgılarıyla çalınmalıdır. “Karadeniz Horonu”nun kemençe yerine bağlama ile çalınması her bakımdan çok sakıncalı bir davranıştır.


 

     Soru: - Halk müziği eğitimi konusunda düşünceleriniz nelerdir?

     Yanıt: Bu bir program ve planlama işidir. “Milli Eğitim Bakanlığı” ile “Planlama Dairesi”nin işbirliğini gerektirir. Okul müzik eğitiminin halk müziğinin tonal, melodik, metrik ve ritmik sistemleri esas alınarak planlanıp programlaştırılması konusunu daha ilk öğretmenliğimden beri savundum. Bugün de aynı kanıdayım. Aksi halde okul müziği hiçbir zaman sınıflardan evlere, sokağa ve dolayısıyla topluma mal olmayacak ve herhangi bir katkıda bulunamayacaktır. Bu konuda elli yıldır yerimizde sayıyoruz, bu gidişle de daha bir o kadar yerimizde sayacağız.


 

     Öte yandan halk müziğini çalıp söyleyecek öğrenci ve amatör gençlik topluluklarının meydana gelmesine ve bunların desteklenmesine, başta “Folklor Enstitüsü” olmak üzere, çeşitli kurumlar ön ayak olmalıdır. “Yapı ve Kredi Bankası”nın “Türk Halk Oyunlarını Yayma ve Yaşatma” hareketinin yurt ölçüsündeki hizmeti herkesçe bilinmektedir.


 

     Soru: - Halk müziği ürünlerimizin tasnifine dair bir plan verebilir misiniz?

     Yanıt: Bu oldukça tartışmalı ve çeşitli düşüncelerin kaynaşmasından oluşacak bir konu, yani bir ekip işidir. Ayrıca Balkan ülkelerinin bu alandaki çalışmaları da örnek alınabilir. Ayrıca kütüphaneci uzmanlardan da yararlanılabilir. Ancak çok kaba ve dar çizgileriyle şöyle öneride bulunulabilir:

 

     I- Bölgesel özellikleri kapsayan bölüm


 

- Bölgesel özellikleri kapsayan bölümde halk türküleri ile halk oyunları ezgileri, genel bir sınıflandırma sınırı içine alınır.


 

     II- Bölgesel özelliklerin içindeki ayrıntıları kapsayan bölüm olarak, ki ana bölüm esas alınmalı, ayrıntılar buna göre sınıflandırılmalıdır.


 

- Bölgesel özelliklerin içindeki ayrıntıları kapsayan bölümde ise;


 

    a) Halk türkülerinin işledikleri konulara göre sınıflandırılması,


 

    Sevda türküleri, kahramanlık türküleri, esnaf türküleri, sıla ve gurbet türküleri, asker türküleri, kına türküleri, düğün türküleri, eşkıya ve iskan türküleri, destanlar, uzun havalar gibi…


 

    b) Halk oyunlarının türlere göre sınıflandırılması: Halay, zeybek, horon, bar ya da türkülü-türküsüz oyunlar gibi…


 

     Soru: - Halk müziğinin klasik batı müziğine ve Türk hafif müziğine “aranjmanlar” kaynak teşkil etmesi konusundaki düşünceleriniz nelerdir?

     Yanıt: Burada klasik batı müziğinde herhalde “Çağdaş Çoksesli Türk Sanat Müziği” kastedilmek isteniyor. 6. soruya verilen karşılıkta da belirtildiği gibi sanat müziğinin kökeni halk müziğidir. Bundan ötürü “Cumhuriyet”ten sonra gelişmiş olan çağdaş Türk sanat müziğinin ilk ana temaları halk müziğinden alınmıştır. Zaten bir sanat ürününün uluslararası değer kazanabilmesi, önce onun ulusal niteliği taşımasına bağlıdır. “Türk Hafif Müziği”nin halk müziğine dayalı gelişmesinin çok kısa bir geçmişi var. Daha önceki “Türk Hafif Müziği”, “Batı Hafif Müziği”nin bir taklidi, bir kopyası idi. Celal İnce, Fehmi Ege, İbrahim Özgür gibi hafif müzik yazarlarımızın yaratıları bu türdendir. Son yıllarda ise tamamen halk müziğine dayalı bir hafif müzik gelişim içindedir. Bu, “Cumhuriyet Dönemi”nin müzik yönünden en büyük ve en olumlu atılımıdır. Zira, “Türk Hafif Müziği” etkileme gücü bakımından “Çağdaş Türk Sanat Müziği”nden çok daha etken, çok daha geniş halk topluluğuna seslenebilen ve özellikle gençleri coşturan bir müzik türüdür. İşlenen ezgiler halk türküleri ve oyun havalarıdır. Çoksesli olarak sunulmasına rağmen halk ve hele gençlik tarafından yadırganmamakta ve çok sevilmektedir. Bu atılım “Çoksesli Sanat Müziği”ne giden yolu kısaltacak bir davranıştır. Yararı asla küçümsenemez. Bu girişimde radyo, televizyon ve hele plak endüstrisinin de büyük payı vardır.


 

     Soru: - Halk müziği ürünlerimizi derleyip notaya alabilecek kabiliyette  şahıslardan kimleri tavsiye edersiniz?

     Yanıt: Bu konudaki ortam çok zengin sayılmaz. Zira folklor çalışmaları bizde uzun yıllardan beri amatörce ve kişisel çabalarla gerçekleştirilmiş derlemeleri kapsar. Bu işe gönül vermiş kuşak ise yıldan yıla aramızdan göçmektedir. Muzaffer Sarısözen, Halil Bedii Yönetken, Mahmut Ragıp Gazimihal, Ferruh Arsunar ve daha nice köşede kalmış kimseler. Onların bıraktığı görevi ise iki elin on parmağını güç dolduracak sayıdadır. Bugün pek gelişmiş olan teyplerle derleme kolay gibi görünse de bu işi yapacak elemanların halk müziği ile halk edebiyatının yanı sıra folklor biliminin tüm konuları hakkında az çok bilgi sahibi olmaları gerekir. Ama notaya alabilecek kimselere gelince, bu apayrı bir uzmanlık işidir. Bu işte pişmek, alışkanlık ve yetenek kazanmak gerekir. Bu bakımdan hiçbir isim üzerinde duramam. Ancak “Ankara Devlet Konservatuvarı”nın “Bestecilik Bölümü Yüksek Kısım” öğrencilerinden yardım sağlanabilir. Bir ezgiyi notaya almak büyük sorumluluk ve alışkanlık isteyen bir çabadır ve hiç şüphesiz ki maddi karşılığının verilmesi gerekir.


 

     En yakın dostlarından biri olan müzik eğitmeni ve folklor araştırmacısı Hasan Toraganlı ile sürekli yakın temas halindeydi. Veysel Arseven öldüğünde Toraganlı bu değerli dostu için çeşitli yazılar yayınladı. Ayrıca folklor araştırmacısı ve sanatçısı Mansur Kaymak’ın da Veysel Arseven ile ilgili “Türk Halk Müziği ve Oyunları Dergisi”nde bir araştırması yayınlanmıştır.


 

     Eserleri İle İlgili Yaklaşımlar


 

     Basılan ve basıma hazır olan eserleri genellikle halk ezgilerini yeni yetişmekte olan çocuklar ve gençlere derlendikten sonra onların ses sınırlarına uygun çoksesli örnekler olarak sunulmasını sağlamaktı. O’nun armonik süzgecinden geçen düzenlemeler veya O’na ait olan özgün çalışmalarda ezgideki var olan canlılık ve dinamizm çok dikkat çekicidir. 1365 sayfalık “Genel Müzik Kitapları ve Makaleler Bibliyografyası” kendi döneminde hiçbir müzikologca denenmemiş kapsamlı bir eserdir. Daha da önemlisi folklor müziğindeki zengin melodi ve ritim ögelerini eserlerinde yansıtmıştır.


 

     Arseven’in 35 bin dergiyi tarayarak hazırladığı “Genel Müzik Kitapları ve Makaleler Bibliyografyası” adlı 1365 sayfalık dev yapıtı henüz basılmamıştır.


 

     A. Yayınlanmış Olan Eserleri:


 

     Karadeniz Bölgesi Halk Türküleri, Öğretmen Okullarında Müzik Eğitimi - 1, Öğretmen Okullarında Müzik Eğitimi - II, Ortaokullarda Müzik Eğitimi-I, II, III, Çok Sesli Halk Türküleri, Açıklamalı Türk Halk Müziği Kitap ve Makaleler Bibliyografyası.


 

     B. Yayına Hazır Olan Eserleri:


 

     Müzik ve Müzisyenler Fıkraları, Türkçe Müzik Kitapları ve Makaleler Bibliyografyası, Müzik Kitabı (Claude Auge’den çeviri.)


 

     Sonuç


 

     Türkiye ve Moldova Gagauz yeri Otonomisi’nin değerli insanları uzak geçmişten günümüze süre gelen tarihsel kültürel, toplumsal, siyasal ve ekonomik oluşum-gelişim süreci içinde özellikle son yüz yıllık gerçekleşen ilişkileşim ve etkileşimle birlikte oluşum ve gelişimler meydana gelmiştir.


 

     Moldova’nın ünlü bestecilerinden J. Burada (1831-1895), “Ulusal Uvertürü” ile ünlenmiştir. Veysel Arseven ise yaptığı hizmetler ile ölümsüz bir müzik köprüsüdür. Yine üniversitemizde çalışan öğretim görevlisi Mihail Kolsa (1938, Komrat) da çok değerli bir müzik eğitimcisi ve sanatçımızdır. Ayrıca müzik sanatı alanında Ankara’da eğitim gören (Ivan Celek gibi) değerli sanatçılar da bulunmaktadır.


 

     Veysel Arseven’in ölümünün 25. yılında saygı ve minnetle anıyor, eserleri ve hizmetleri önünde tazimle eğiliyorum. Sempozyumu düzenleyen tüm kişi ve kurum ve kuruluşlara en içten şükranlarımı sunuyorum.


 

     Saygılarımla…

     _____________________________

 

      (1) Balkan Türkleri İnsan Hakları Derneği Türkiye-Gazi Üniversitesi ile Moldova Gagauz Yeri Otonomisi Komrat Üniversitesi Bavurcu Belediyesi işbirliği ile ölümünün 25. yılında Moldova’da düzenlenen “Uluslararası Müzikolog Veysel Arseven (Vasili Öküzcü)’i Anma Sempozyumu”nda yapılan konuşma…

      (2) Bu konuşma Türkiye, Ankara, Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi ve Veysel Arseven’in son öğrencilerinden biri olan Aydın İlik tarafından yapılmıştır.

     _____________________________

     “Orkestra Aylık Müzik Dergisi”nin 2004 Mayıs-Haziran sayısından alınmıştır. (Yıl: 43, Sayı: 352, Sayfa: 10-24).




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5799700
Online Ziyaretçi Sayısı:34
Bugünlük Ziyaret :610

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.