18.11.2008 / K. Ahmet Akses - Sunuş

     18 Kasım 2008 günü “Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı”nda “Doğumunun 100. Yılı Münasebetiyle Necil Kazım Akses – Besteciliği, Öğretmenliği ve Dostluğuyla” başlığı altında bir etkinlik gerçekleştirilmiştir.

     Panel, konser ve fotoğraf sergisinden oluşan bu etkinlikte Necil Kazım Akses’in oğlu K. Ahmet Akses’in yaptığı konuşmanın metnini önemine binaen, aynen yayınlıyoruz.

     Değerli Konuklar,

     Sözlerime, doğumunun 100. Yıldönümü münasebetiyle babam Necil Kazım Akses için, kurucularından olduğu bu kurumda bir etkinlik düzenlenmiş olmasından dolayı “Ankara Devlet Konservatuvarı” Müdürü Sayın Prof. Dr. Erol Belgin ve yönetimine, bu etkinlik hazırlığının yükünü içtenlikle taşımış olan Sayın Nejat Başeğmezler, Sayın Argun Defne, Sayın Ercümend Erdoğan ve ayrıca kitap basım ve fotoğraf sergisini üstlenen “TOBB Üniversitesi” öğretim üyelerinden Sayın Murat Özkoyuncu’ya teşekkürlerimi sunarak başlamak istiyorum.

     Ailem namına da olan bu teşekkürlerim ayrıca, Panel’e katılan ve her biri, şu veya bu şekilde Necil Kazım Akses’in yanında olmuş değerli sanatçı, öğretim üyesi ve müzik yazarlarına ve etkinliğin konser bölümünde yer alacak değerli sanatçılara da yöneliktir. Ayrıcalıklı teşekkürüm, diğer teşekkürlerimin değerini hiçbir şekilde azaltmayacak şekilde, Mersin’den buralara kadar zahmet etmiş olan, babamın en yakınlarından, büyüğümüz Sayın Nevid Kodallı ve muhterem eşi içindir.

     Katılımcıların her biri, değerli katkıları ile panel’de her yönüyle Necil Kazım Akses’i irdeleyeceklerdir.

     Bu bakımdan, ben bu kısa sunuşumda, babamı, mensubu bulunduğu “Türk Beşleri” olgusu ve günümüz ışığında, bazı gelişmeler çerçevesinde ele almak istiyorum.

     Cumhuriyet tarihimize “Türk Beşleri” olarak geçen grubun önemi nedir? Ne yapmışlardır?

     Bilindiği gibi “Atatürk Devrimleri”nin “Kültür-Sanat Boyutu”nun en önemli veçhelerinden birini, bir önceki yüzyıldan başlayarak, İstanbul’daki çok küçük bir azınlık çerçevesinde yürütülen küçük etkinlikler dışında, ülkemizde var olmayan çoksesli müziğin yaratılması teşkil etmiştir. Kısaca tanımlayacak olursak, “yok”dan “var” eden bir gruptur “Türk Beşleri...”

     Var ettikleri nelerdir?

     - Batı alemine kıyasla, bu alanda hiçbir geçmişi, birikimi ve geleneği olmayan bir toplumda; çoksesliliğe dayalı eserler ortaya koymak, 400-500 yıllık bir gecikmeyi telafi edecek şekilde...

     - Müzik öğretim kurumlarını kurmak ve bunun sonucu olarak öğrenciler, yani kendilerini izleyecek sanatçıları yetiştirmek,

     - Müzik icra eden kurumların yaratılmasına önayak olmak.

     Kısacası; “Türk Beşleri” grubu, Cumhuriyetimizde yarattıkları besteleri, orkestraları, koroları, solistleri, operaları ve baleleri ile yerelliği gözardı etmeyen, ancak evrensel doğrultuda “Çoksesli Müziği” yaratmışlar ve bunu kurumsallaştırmışlardır.

     Son zamanlarda dar bir çevrenin bir amaç doğrultusunda, “Türk Beşleri” mensuplarını tesadüfen ve izafi olarak bir araya gelmiş kişiler olarak sunmaya çalışmalarının aksine, bu grubun çekirdeği, bilinçli bir şekilde olmasa da, adeta daha 1920’lerde Cemal Reşid’in Avrupa’dan İstanbul’a dönüp “Dar-ül Elhan”da ders vermesiyle oluşmuştur. Şöyle ki, o tarihlerde Cemal Reşid’in yanındaki öğrenci çevresinde kimler var? İki yaş küçüğü Hasan Ferid, dört yaş küçüğü Necil Kazım. “Türk Beşleri”nin üçü, 17’li, 19’lu, 20’li yaşlarında bir arada. Daha sonra Ferid Alnar ile Necil Kazım beraberce Viyana’da kompozisyon eğitimi görmüşlerdir. Hem de aynı hocadan. Her ikisi Viyana’da bulundukları sıralarda düzenlenen konserlerinde, kendi eserlerinin yanında Cemal Reşid’in de eserleri vardır.

     Bir araya gelmek belki tesadüfe dayalıdır. Ama birliktelik tesadüfi değildir.

     Öğrenim tamamlanıp, Cumhuriyetimizin oluşum sürecinde, Ankara’da, Paris’ten beraberlikleri olan Ulvi Cemal ve Ahmed Adnan ile de bir araya gelince “Türk Beşleri” şekillenmiş ve bilinçli hale gelmiştir. Kısa bir dönem Ankara’da bulunuşu haricinde, Cemal Reşid Rey’in İstanbul’da yaşaması “Türk Beşleri”nin manevi birliğine halel getirmemiştir.

     Biraz evvel değindiğim yine dar bir çevrenin son zamanlardaki kasıtlı iddialarının aksine, bu “Öncüler” birbirlerini ekarte etmeye uğraşan, birbirlerini kıskanan ilişkiler içinde de olmamışlardır.

     Bir elin beş parmağının birbirleriyle aynı olmadıkları gibi “Türk Beşleri”nin her birinin, birbirlerinden bambaşka karakterlerde, apayrı sanat ve dünya görüşüne sahip oldukları, müziklerinde birbirlerinden tamamen farklı ve tezad teşkil edecek stil içinde bulundukları bir gerçektir. Hatta, kiminin, berikini pek sevmediği de doğrudur. Tıpkı, beriki ile ötekinin çok iyi arkadaşlıklarının gerçek olduğu gibi... “Türk Beşleri” mensuplarının bazı konularda, zaman zaman, birbirlerine ters düşmeleri de mümkün ve doğaldır. İleri yaşlarında, doğal olarak, kendilerine daha dönmüş de olabilirler.

     Ancak, bütün bu hususlar, onların birbirlerine yönelik saygılarına, müşterek çalışmalarda bulunmalarına ve çağdaş anlamda Türk müziğini şekillendirmelerine engel teşkil etmemiştir.

     Hele, kamuoyunun ve özellikle konularla ilgili genç nesli yanıltacak şekilde, kısıtlı bir çevrenin yayınlarında iddia edildiği gibi, birbirlerinin “kuyusunu kazmaya” hiçbir şekilde vesile olmamıştır.

     Onlar, her şeyden evvel, bir “ülkü birliği” içindeydiler.

     Bugünkü konumuz Necil Kazım Akses iken, O’nun bu hususlardaki bir soruya cevaben “Türk Beşleri” mensuplarının birbirlerinden ayrı sanat ve dünya görüşlerine sahip olduklarını kabul etmekle beraber, şu sözlerine dikkat çekmek isterim:

     “Ruhta ve manada birleşirdik.” Aynı doğrultudaki düşünce, başka ifadelerle Saygun tarafından da dile getirilmiştir.

     Bugünkü etkinlik çerçevesinde düzenlenen fotoğraf sergisinde yer alan bazı görüntüler, bunun açık ispatıdır.

     “Türk Beşleri”nin yaşları birbirlerine çok yakın. En büyükleri ile en küçükleri arasındaki yaş farkları sadece dört. Dolayısıyla, bu müzik öncülerimizin 100. doğum yıllarını 2004’den bu yana, 2005 yılı hariç, peşpeşe kutladık ve kutlamaktayız.

     Bu kutlamaların bir parçası olsa gerek, “Atatürk Devrimleri”nin en önemlilerinden biri olarak kabul edilen müzik alanındaki devrimin başlangıç noktası ve mihenk taşı olan ve şu anda çatısı altında bulunduğumuz “Ankara Devlet Konservatuvarı”nın giriş alanına “Türk Beşleri” mensuplarının her birinin yan yana büstlerinin konmuş olmasını son derece önemli ve anlamlı buluyorum.

     Bunu, sadece bir değerbilirlik jesti olarak değil, kasıtlı bir takım kampanyalara karşı ve aksine, bu bestecilerimizin müzik devrimi yolundaki birlikteliklerinin bir simgesi olarak değerlendiriyorum.

     Biraz önce belirttiğim gibi, bu öncü bestecilerimizin 100. doğum yıllarını gururla kutladık. Ancak, bu kutlamaların bir yılkına ait olanında yönlendirilmiş küçük bir çevrenin, maksatlı ve eşgüdümlü yayınları ile kutlamayı, bambaşka bir veçheye dönüştürmeye çalıştıklarına şahid olduk. Ucu, “Ankara Devlet Konservatuvarı”nın kuruluş dönemlerine dayandırılan ve “çağdaş müzikte geleneksellik olgusundan yoksun bir kurum yaratıldığı” iddiaları ile süslenen bu yayınlarda, tek kahraman yaratmak amacına yönelik olarak, birisi babam olan “Türk Beşleri”nden ikisi, matematik denklemleri ve mizansenlerle karşı karşıya getirilerek bir sansasyon yaratılmak istenmiştir. Normal ahvalde ciddiye alınmayacak ve alınmayan bu bir takım iddiaların, münhasıran bir yayında, kültür ve sanat tarihimize mal olmuş bir kişiye yönelik hakaret dolu kelimelerin kullanılmasına dönüşmesi işin mahiyetini, doğal olarak, değiştirmiştir.

     Bu konuyu burada daha fazla ele almak istemiyorum.

     Bu etkinliğin başlığında, babamın “Besteciliği” ve “Eğitimciliği” vasıflarının yanında “Dostluğu” ibaresinin yer alması, Akses gerçeğini yansıtmaya yeterlidir.

     Dar bir çevrenin, “Türk Beşleri” mensuplarının bazılarını yıpratıp, tek bir kahraman yaratmak amacı şeklinde özetlenebilecek bu tür faaliyetlerinin bir devamı şeklinde bir başka kampanyanın da, son zamanlarda, günümüzde, Türk ulusunun özümsediği Cumhuriyetimizin değer ve temel prensiplerine sahip çıkma anlayışının – heyecanının adeta müziksel bir dayanışma simgesi haline gelmiş olan “Onuncu Yıl Marşı”na dil uzatılarak yürütüldüğüne şahit oluyoruz.

     “Alıntı... Çalıntı... Kalıntı...” edebiyatı ile. Müzik dünyamız varlığını, bu öncü asil kuşağa borçludur. Kendi kişisel ve düşsellik karışımı çıkarları uğruna, onları yıpratmaya yeltenenlere meydanları boş bırakmamalıyız. Onların kıymetini bilmeliyiz.

     Herkesi saygı ile selamlıyorum.

     K. Ahmet Akses - 18.11.2008, Salı - Ankara

     Aylık olarak yayınlanan “Orkestra Dergisi”nin 47. Yıl, 399. Sayı ile Ekim 2008 tarihinde basılan nüshasından alınmıştır.




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5789842
Online Ziyaretçi Sayısı:22
Bugünlük Ziyaret :909

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.