18.03.2011 / Selahattin Duman - Tatlıses Suikastinin Kamuya Öğrettikleri

     Başa bir musibet geldiğinde ondan ders çıkarabiliyorsan kardasın.. İdamlık ipi boynuna geçtikten sonra “bu da bana ders olsun” demenin kıymeti harbiyesi yok.. Önemli olan testiyi kırmadan önce bu derslerden sebeplenmek..

     Haftaya damgasını vuran iki olay vardı.. Biri Japonya’daki tsunami faciası, diğeri içeride İbrahim Tatlıses’e yapılan saldırı..

     Medyanın hakkını yemeyelim.. Habercilik adına ikisini de sayfalarında, ekranlarında yer esirgemeden geniş geniş izlediler..

     Bu performanstan bir sürü ders çıkarıldı.. Çıkarılan derslerden birinciye geleni şu..

     “Tatlıses’e yapılan silahlı saldırı bize Japon tsunamisinden daha çok koydu..”

     Bir başka sonuç:

     Sanatçıyı hastanede ziyaret eden bir hükümet büyüğümüz, Tatlıses’in güzellik uykusuna yatırıldığını sanıyordu..

     “Uyandırmaya kıyamadım!”

     ***

     Suikasttan çıkardığımız sonuçları okura sırasıyla sunmaya devam ediyoruz..

     Suikast, İbrahim Tatlıses’in toplum hiyerarşisindeki yerinin Cumhurbaşkanlığı makamının biraz altında olduğunu net olarak gösterdi..

     Tatlıses’in bu hiyerarşide konuşlandığı yer, resmi protokoldeki sıralamaya göre; Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Ana Muhalefet Lideri’nin tam önünde..

     Doğal olarak Başbakan’ın dışında bütün hükümet adamları da arkasında..

     (Değerlendirme, büyüklerimizin hastaneye yaptıkları geçmiş olsun ziyaretleri baz alınarak yapılmıştır..)

     Tek Aksaklık

     Bu hiyerarşideki tek kargaşa, hastaneye geçmiş olsun dileklerini sunmak üzere gelenlerin bunu kime karşı yapacakları konusunda yaşanmıştır..

     Hastanenin başhekimine mi?

     Tatlıses’in büyük oğlu Ahmet Bey’e veya kardeşine mi? Nikahlı eşi Adalet Hanım’a mı? Eski hayat arkadaşı Derya Hanım’a mı?

     Temenni kabul sıralamasında hak iddia edebilecek yeni arkadaşı Ayşegül Hanım ile eski arkadaşı Asena Hanım’ın durumları da belirsiz..

     Öte yandan siyaseten bir belirsizlik yok ortada..

     Bu üzücü olay vesilesiyle Tatlıses’in gönlünün iktidardaki “Ampul Partisi”nden yana olduğunu görüyoruz.. Hatta üç ay sonraki seçimler için adaylığa niyetlendiğini de..

     “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyet” televizyondan Tatlıses’in kendisine cepten gönderdiği mesajı okuduğunda iktidar partisi otomatikman bir sıfır öne geçmiş oldu..

     Cep telefonu kazığını yiyen “Altı Kazık Partisi”nin başındaki “Mülayim bakışlı gözlüklü şahsiyet” bu gole hastane ziyareti ile karşılık vermek istedi..

     Hayati risk yüzünden zorunlu olarak uyutulan, bir hükümet büyüğümüzün bile uyandırmaya kıyamadığı Tatlıses’e bu ortamda adaylık teklifi yapamadı..

     İkiye karşı sıfır..

     Sonuçlardan biri de emniyet teşkilatımıza dairdir..

     İbrahim Tatlıses’e yapılan saldırının failleri yirmi dört saat geçmeden belirlendi..

     Birbirleri ile koordineli çalışan otuzdan fazla ekip, failleri belirlediği halde “delilleri tamamlamak” için acele etmeyip bir gün daha bekledi..

     Üçüncü gün olaya karışan kim varsa tek bir operasyonla toplandı..

     Yıllardır Hrant Dink suikastının içinden çıkamayıp, kesin sonuca ulaşamayan polisimizin Tatlıses suikastını üç günde çözümle sonuçlandırılması, emniyet teşkilatı adına müthiş bir başarıdır..

     ***

     Kendisine gösterilen sevgi selini hak ettiği görülen İbrahim Tatlıses’in müzikteki performansı da medyanın büyükleri tarafından dikkatle belirlendi..

     Ertuğrul Özkök büyüğümüz Tatlıses’i Türkiye’nin Frank Sinatrası ilan etti..

     Bir başka medya büyüğümüz onu Pavarotti ile kıyaslayıp, birinciliği Tatlıses’e verdi..

     Bunlar bir sanatçı için gurur verici şeylerdi.. Bu arada sağlık durumuyla ilgili aldığımız iyi haberler herkesin içini rahatlattı..

     Suç ve Bilim

     Bu pis suikastın ortaya koyduğu bir gerçek daha var ki bu da Tatlıses’in hızla düzelen sağlığı kadar memnuniyet verici bir şey..

     Bu suikast sayesinde gördük ki suç dünyasının modern teknolojik gelişmelerden haberi yok..

     Oysa şimdiye kadar hep tersi olurdu.. Suç dünyası teknolojiden sebeplenme konusunda önde gider, bürokrasiye takılan polis daha eksik imkanlarla onu takip etmeye çalışırdı..

     Televizyonlarda gösterilen “CSI” ve türevleri gibi, “Criminal Mind” gibi, “Law and Order” gibi polisiye diziler suç dünyasına bir şey öğretmemiş..

     Bunlar polisin laboratuvarla birlikte çalıştığını anlatan diziler ki her bölümü Fen Fakülteleri’nde görülen derslerden ağırdır..

     Bizim organik haydutlar, yerel mafya heveslileri yerli dizileri; “Arka Sokaklar” ile “Behzat Ç.”yi aşamamış..

     Aslında “Hüsnü Mübarek’i tanıyor musunuz?” türünden bir sokak anketine “Evliya olmasın?” veya “Şu yeni çıkan şarkıcı mı?” türünden cevaplar veren ahalimizin performansına göre bu sonuç hiç de şaşırtıcı değil..

     Temsil, haydutlarımız veya haydutluğa hevesli gençlerimiz; insan kısmının bir şeyi tuttuğu zaman onda “parmak izi” bırakabileceğini bilmiyor..

     İçip attığı sigara izmaritinin filtresine bulaşan ağız salgısından DNA özelliklerinin tespit edilebileceğinden haberi yok..

     Suç sırasında kullanmak üzere kiraladıkları aracın üzerindeki “Navigatör”ün başlarına bela olacağını da kestiremiyorlar..

     ***

     Seyir halindeyken yol bulmaya yarayan “Navigatör” var ya! İşte ondan bahsediyorum..

     Sen istediğin kadar arabayı terk edip kaç..

     Aletin hafızasına bakanlar senin nerelerden geçtiğini, hangi yolları izlediğini bire bir öğrenebiliyorlar..

     Yakalanan saldırganların verdiği ifadeler, arkalarında bıraktıkları izler gösterdi ki suç cephesinde her şey hala “Behzat Ç.” kıvamında..

     “Behzat Ç.” tokadı çakıp “Konuş laa!” deyip sorunları öyle çözüyor.. Bunlar da sopaya, küfre dayanırlarsa yırtacaklarını sanıyorlar..

     Kendi payıma çıkardığım derse bakıp şöyle diyorum..

     “CSI”, “Criminal Mind” gibi laboratuvar teknikleri öğreten dizileri Türkçe dublaj yaparak yayınlamayın, böyle “alt yazılı” kalsınlar.. Herkese faydaları var..

     Gazete Vatan - 18.03.2011, Cuma