22.10.2011 / Zülfü Livaneli - Benim Oğlum Can Verirken Çiçekler Çığrışıp Açtı

     Bugünkü edebiyat notlarını, son günlerde yaşadığımız yürek burkan olayların etkisiyle ağıtlara ayırmayı uygun buldum. Bildiğimiz gibi Anadolu denilen acılı toprakta ağıt eksik olmuyor.

     Şiirin belki de en has formu bu ağıtlar. Çünkü şiir olsun diye yazılmıyor. Genellikle şair olmayan analar tarafından, sadece yüreğindeki derin acıyı ortaya koymak için ağızdan dökülüyor.

     “Savaş ve Barış” romanının bir bölümünde Nataşa ve Andrej bir akşam vakti avdan dönerler ve çiftlikte bir köylünün söylediği türküye kulak verirler. Tolstoy, bu söyleyiş biçiminin “en saf ve katışıksız müzik” olduğunu yazar çünkü köylünün derdi iyi müzik yapmak değil derdini paylaşmaktır. Bu yüzden söyledikleri, hançereden ya da dudaktan değil doğrudan doğruya yürekten gelir.

     Ağıtlar da böyledir. Anaların, sevgililerin yaktığı ağıtlarda, yanan bir yürekten fışkıran lavları hisseder, iliklerinize kadar ürperirsiniz. Hiçbir şair bu samimiyete ulaşamaz çünkü bir yüreğin o derece yanması, tutuşması, kahrolması mümkün değildir.

     Ağıtlar içinde “asker ağıtları” çok önemli bir yer tutar. Çünkü Anadolu her dönemde evlatlarını kurban vermiştir. Sarıkamış ağıtları buna müthiş bir örnek oluşturur:

     “İbrişimin kozaları / Batsın Avşar kazaları / Sarıkamış’ta kırıldı / Gonca gülün tazeleri

     Yüzbaşılar yüzbaşılar / Tabur taburu karşılar / Yağmur yağıp gün değişin / Yatan şehitler ışılar.”

     Yazarken bile içimi sızlatan bu dizeler, yanık bir yürekten başka nereden çıkabilir ki.

     Ya Çanakkale ağıtları:

     “Çanakkale derler yeşil söğütlü / Nice molla gitti eli divitli / Bi mektup atayım üstü tahütlü / Mektubum ordunu bulur m’ola.”

     Bundan daha korkuncu ise şehidinin “Hiç olmazsa eller gibi tahta bacakla” dönmüş olmasını dileyen dizeler:

     “Çanakkale derler yeşil gavaklı / Mollaların mürekkebi boyaklı / Nice gulların var ağaç ayaklı / Ağaç ayağınan gelsen n’olurdu.”

     Gerçekten yürek dayanmıyor bu satırlara.

     “Hücum demiş Alamanın zabiti / Yavrumun kefeni asker kaputu / Salına girmeye yoktur tabutu / Yoksa yavrum seni vurdular m’ola / Kefensiz gabire goydular m’ola.

     Derinimiş Çanakkale deresi / Goygunumuş şehidimin yarası / Acıya dayanmaz garip karısı / Yoksa yavrum seni vurdular m’ola / Kefensiz gabire goydular m’ola.”

     Şehit Oldun mu?

     Bu da Kore’ye giden kayıp oğluna “şehit oldun mu?” diye seslenen bir ananın ağıdı.

     “İzmir’den kalktı Kore’ye gemi / Gemi gurban olam getir Eyüb’ü / Çok ağlattın anan ile Baliş’i / Kore senin vatanın mı, yurdun mu? Gayıbıdın oğlum şehit oldun mu?”

     ***

     Bu toprağın çocukları Balkan’da, Kafkas’ta, Yemen’de, Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, Kudüs’te, Suriye çöllerinde kırıldı. Şimdi de güneydoğuda can veriyor, kan döküyor.

     Bu yüzden Anadolu baştan başa bir ağıt toprağı ve dün de bugün de bağrıyanık analar “Benim oğlum can verirken / Çiçekler çığrışıp açtı” diye korkunç bir çığlık atıyor.

     Bu dünyada hangi amaç, hangi kavga, hangi siyaset bu kadar acıya değer?

     Kan herşeyi kirletir, en kutsal amaçları bile...

     ……………………………………………...

     Gazete Vatan - 22.10.2011, Cumartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5805295
Online Ziyaretçi Sayısı:34
Bugünlük Ziyaret :1149

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.