30.11.2011 / Selahattin Duman - Şu Günlerde Bize Gaz Verilecek Biri Lazım...

     ………………………………………………

     Gazımız Bol...

     Kendi kendine gaz verme hali, bizim toplumun birinciye gelen özelliklerinden biridir...

     Özellikle de “değer zannettiklerimizi...” pompalama konusundaki bitmez tükenmez bir ısrarımız vardır...

     Bu israr, yarım akıllı çocuklarının “çok zeki” olduğuna inanan ve onlar adına meslek seçerken “büyük adamlıktan” aşağısına razı olmayan, duygusal kökenli “annelik israrını” bile geçer...

     Memleketimizde “aptallığın kurumlaşması...” yukarıda sözünü ettiğimiz, laf anlamaz ormancı kararlılığındaki annelerin “çocuklarındaki olmayan yeteneklere” inanmaları ile mümkün olmuştur...

     Aptallık, kişiye faydası olmasa da yan yana gelindiğinde dayanışma kabiliyeti gösteren bir özelliktir...

     Aptallığın kendi arasında dayanışması da “akla ziyan” değerler üretir kiiii...

     İlla örnek mi verelim?

     “Olmayan yeteneğe inanma hali...” genel başlığı altında toplayalım o zaman...

     Mesela; bize göre biraz iyi olan bir futbolcuyu dünya yıldızı sanma halimiz...

     Beynin ürettiği hayaller ile hayatın ürettiği gerçekler çakıştığı zaman kişinin ayılması beklenir... Bizde o da yok...

     “Dünya Yıldızı” sandığımız o futbolcuyu daha geçen hafta bir büyük takım karşısında gördük, sahadaki perişan halini seyrettikten sonra bile fikrimiz değişmedi...

     “Herkes arada bir kötü oynar...” deyip, dünya yıldızlığı yargımızı pompalamayı ileriki maçlara bıraktık...

     ***

     Futbolu boş yazın, geçelim sinemaya...

     Bu ülkede az da olsa iyi filmler de yapılıyor... Ne hikmetse iyi bir film yapıldığı zaman okumuşu ile cahili ile o filme düşman oluyoruz...

     Yapımcılar telaş etmesin... O tür filmlerin gişeye takılması çok nadir yaşanıyor...

     Genel olarak gişede hakkını versek bile aramızda ölümüne eleştiriyoruz...

     Öte yandan hiçbir kayda değer işi olmadığı halde tapındığımız yapımcılar var... En baba filmi yirmi bin seyirci bulmuş bu değerlerden birinden de devamlı olarak “En İyi Yabancı Film” dalında “Oscar” almasını bekliyoruz...

     Ve kimse çıkıp da “Durun hele...” çekip “O zat filmlerini önce bizimkilere beğendirsin önce...” demiyor...

     Filmlerine gişe boykotu uyguladığımız o kişiyi içimizden biri eleştirince de hep birlikte O’na kızıyoruz...

     Sorduk İşte...

     Bir de “uluslararası değerler üretmesini” beklediğimiz müzik piyasamız var...

     O cephenin de kendine göre divaları, süper starları, benzersiz sesleri mevcut...

     Burnumuzun dibindeki, İstanbul nüfusunun yarısı kadar Yunanistan’dan en az on uluslararası ses çıktı... Dünyanın her ülkesinde isimleri bilindi...

     Bizim “Süper Star” tarifimize girenlerden en birincisi dahi henüz böyle bir şansı yakalayamadı...

     Yunanlı Theodorakis’in medyadaki ünvanının önünde “Süper Star” tarifi yokken, nasıl oluyor da O’nun adını bütün dünya biliyor?

     Bizimkinin neden Makedonya’da bile müşterisi yok?

     Bereket versin arada bir “Eurovision Şarkı Yarışması” denen ikinci sınıf etkinlikte arada bir dereceye giriyoruz da kendimize olan imanımızı tazeliyoruz...

     “TRT” ile başlattığımız bu “Eurovision” serüveninde tam kırk yıl kafa patlattıktan sonra nihayet “derece yapmanın” yolunu bulduk...

     Meğer formül şuymuş...

     “Eurovision”a şarkı ve şarkıcı seçerken, ahaliye dönüp “Kimi yollayalım?” diye sormayacaksın...

     “Avrupa”nın ek yerlerini bilen üç beş akil adamı yan yana getireceksin, seçimi onlara bırakacaksın ki bizim de bir şansımız olsun...

     İş ahaliye kaldı mı “Türkü Bar formatından” ve Güneydoğu’nun yanmış kebap oktavlı seslerinden öteye gidemiyor...

     ……………………………………………………

     Aptallıktan umut kesilmez...

     Gazete Vatan - 30.11.2011, Çarşamba




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5790063
Online Ziyaretçi Sayısı:21
Bugünlük Ziyaret :952

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.