Rubi Asa - Mindru Katz ve Bir Anı

     Ölüm, yaşam ve zaman paradokslarının ilişkileri üzerine düşündüğümde; sanatın yaşamın bir parçası olarak “yaşama sanatına” dönüştürülmesinin gerekliliği bana çocukluk yıllarımın bir anısını canlandırdı.

     Mindru Katz 1925 yılında Romanya’da doğmuştu. 40’lı yıllarda ailesi ile birlikte İsrail’e göç edip yaşamını piyanist olarak (Filistin Sinfoni Orkestrası’nda) sürdürmüştü. Savaş sonrası, Avrupa’ya açılarak kariyerini geliştirmiş, zamanının önde gelen piyanistlerinden biri olmuştu. “EMİ” kayıtları ile dünyada ün salmış, satış rekorları kırmıştı. Zirvede olduğu yıllarda konserlerinden biri de 1978 yılında “İstanbul Atatürk Kültür Merkezi”nde gerçekleşmişti.

     Çocukluğumdan o yana babamla birlikte gittiğimiz bir konserdi, ön sıralardaydık, konserin ikinci yarısında Beethoven’in “Ay Işığı Sonatı”nın adagio sostenuto bölümünü Katz’ın büyülü parmaklarından dinliyorduk. O zamana kadar sadece 33 devir plaklarından tanıdığım Katz birkaç sıra önümde gözleri kapalı, kendinden geçmiş, notaların dingin akışında zamanın sonsuzluğunu arıyordu sanki. Aynı ay ışığının 1700’lerden günümüze Beethoven’in duyumsadıklarını Katz'ın yorumu ile bize taşıması metafizik tuhaf bir duygu gibiydi... Büyülü bir andı sanki, zaman yok gibiydi; sadece notalardan yansıyan vuruşlar, iç çekişler ve sonsuzluk duygusu hakimdi. Sonatın en dramatik anında notaların arasındaki zaman aralığı uzasa da Katz’ın yorumunun derinliği düşüncesi salonun sessizliğine bir müddet eşlik etti. Neden sonra piyanonun tuşlarını okşayan ellerinin arasına düşen Katz’ın başı dinleyenleri kendine getirdi ve garip bir durumun olduğu anlaşıldı. Sahneye fırlayan birkaç doktorun müdahalesi fayda etmemiş, “Ay Işığı Sonatı”na Katz’ın son vuruşlarını yapan kalbi eşlik etmişti.

     Nedense çok etkilenmiş, üzülmüştüm. Bir yaşam, hele zirvede bir yaşam böyle bitmemeli demiştim. Henüz elliüç yaşındaydı ve babamdan sadece iki yaş büyüktü. Panik olmuştum, ölüm herkes için bu kadar habersiz ve ani, bu kadar zamansız mı olmalıydı? O’nu bir daha canlı dinleyemeyecek, sadece plakları ve geçmişteki yorumları aklımda kalacaktı.

     Sonraları düşündüğümde yaşamın herkes için farklı aktığını anladım. Bir sanatçı için zirvede ve belki de en güzel ölümdü bu. Bunun süre ile ilgisi yoktu. Yoğunlukla bağlantılı; kalıcılıkla, nitelikle ilgisi vardı. Zamanın akışında her insanın yaşamın karmaşıklığı karşısında bazen insansal değerlerinden arınmak zorunda kaldığı dramlar; zorluklar, acılar, kısa ya da uzun emeklerle sağlanan mutluluklar, hızla gelip gidiveren tarifsiz heyecanlar ve sevinçler, hatta hep sonsuza dek kalması gerekirmiş gibi ona sarılmaların trajedisini yaşar. Oysa yaşam sadece bir zaman süreci, bir başlangıç ve sonuç değildir.

     İmgeler çabuk geçer ve yok olur; öldükten sonra ölmeyecek, arda kalacak şeyler dış görüntü değil, gerçekte ne olunduğunun anıları ve yapıtları olacaktır.”

     29 Haziran 2009, Pazartesi




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5789392
Online Ziyaretçi Sayısı:14
Bugünlük Ziyaret :825

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.