15.06.2012 / Bülent Gürlük - Bunlar mı Devletin Kanını Emen Sanatçılar!


     Dünkü yazımda, köşemden ayrı kaldığım sürecin hikayesini şakaya vurarak anlattım. Ama Türkiye’de sanata yönelik tutumun pek de şakaya gelir tarafı kalmadığı için, şimdi ciddiyet zamanı.


     Yazamadığım son birkaç hafta içinde, sanata ve sanat kurumlarına reva görülen davranışların, ameliyatımdan daha çok içimi acıttığını söyleyebilirim.


     Nedense “Devlet Tiyatrosu”, “Opera, Bale” ve “Kültür Bakanlığı”na bağlı diğer sanat kadrolarını küçülterek yok etmeye dönük planlar yetmiyormuş gibi, bundan güç toplayan kimi kafalardan cehalet fışkırması iyice canımızı sıkıyor.


     * * *


     Sanatçıya gereksiz bir mahlukat gibi yaklaşan, kültür üreten insanlara kan emici asalak görüntüsü vermeye çalışan bazı yalakalar, toplumu kendi akıllarının sığlığına kaydırma yarışına giriştiler. Nedir bu ‘yakamızdan düşsün’ algısı uyandıracak kadar kin ve nefret kusmanın nedeni?


     “Tiyatroların ömrü doldu, sadece elit kesime hitap ediyorlar, kendi kültürümüzü temsil etmiyorlar, dünyanın çok gerisindeler” diyenlerin kaçı bırakın salonları doldurmayı, o kurumların yıllık programlarından bile haberdar acaba?


     Bu insanların hangi bütçeyle ürettikleri, gittikleri turneleri, sahnesi olmayan köy ve kasabalarda nasıl çile çektiklerini biliyor musunuz?


     Sanatın sevdirilmesi ve anlaşılması adına nasıl bir misyon yüklendiklerinin farkında mısınız?


     * * *


     Türkiye’de sanatçı her zaman aldığından fazlasını vermeye alışmış, cefayı kabullenmiş insandır. Bu denklemi kurmak için “Hazine”den sanata ayrılan paya bakmak yeter.


     Bugün Türkiye’nin en gelişmiş illerinde bile sanat kurumlarının doğru düzgün salonları, sahneleri yoktur. Buyurun İzmir’e bir göz atalım isterseniz. Türkiye’nin Batı’ya açılan kapısı diye nitelediğimiz bir ilde, “Devlet Tiyatrosu”nun sahneleri hem teknik imkanları hem de kapasite açısından son derece yetersizdir.


     “Devlet Opera ve Balesi”nin bir binası bile yoktur. Düne kadar bale sanatçıları tütün depolarında provalarını yapıyorlardı, tütün depolarında...


     Kimse bunlara ilk kez dikkat çektiğimizi zannetmesin, yıllardır bu yoksunlukları yazıyorum ben.


     * * *


     Her şeye rağmen, ellerindeki imkanlara göre imkansızı başardıklarını da rahatlıkla söyleyebilirim. İşte “İzmir Devlet Tiyatrosu”nda Gürol Tonbul’un geçen dönem sahnelenen “Misafir” ve “Barut Fıçısı” oyunları, işte bu sezon Bozkurt Kuruç’un “Budala”sı, Malcolm Keith Kay’in “Romeo Juliet”i... Klasikten moderne, devlete ekstradan hiç yük getirmeyecek koşullarda çıkmasına rağmen dünyanın her yerinde ses getirecek çapta rejilere imza attılar. Sanki devletimiz bunlardan birini alıp yurtdışında uluslararası bir turneye götürdü de, yüzü kara mı çıktı?


     * * *


     Ya “İzmir Operası”nın başardıklarına ne demeli? İki yıl üst üste İspanya’nın Toledo ve Gijon kentlerindeki temsillerle salonu yıkan onlar değil miydi? Locada İspanyol bakanlar vardı ama kendi devlet erkanımızdan kimseyi göremedik. Şimdi hangi yüzle sanatçılarımızı yerin dibine sokmaya kalkışıyorlar anlamıyorum!


     İkinci İspanya seferinde ben de “İzmir Operası”nın yanındaydım. Gerek “Carmina Burana” balesiyle, gerekse Selman Ada’nın “Aşk-ı Memnu”suyla İspanyolların şapkasını uçurdular.


     Bestecisi Selman Ada’nın, aynı zamanda orkestrayı yönettiği bir Türk operasıyla Avrupa’da alkışlanmak kadar gurur verici ne olabilir? Tüm caddelerin “İzmir Operası”nın afişleriyle donatılması kadar ülkemizin tanıtımına kim katkıda bulunabilir? Bunlar mı dünyanın gerisinde kalan ve üstünüzde ağırlık gördüğünüz sanatçılar!


     Yeni Asır Gazetesi - 15.06.2012, Cuma




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5759544
Online Ziyaretçi Sayısı:15
Bugünlük Ziyaret :1428

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.