Göktan Ay - Popstar Alaturka'ya Eleştirel Bir Bakış

Göktan Ay

     İnsanoğlu hayatı boyunca, her an bilgi bombardımanı altındadır. Her doğru bilgi insanı güçlendirir, kişiliğinin oluşmasına yardımcı olur. İnsan ne kadar çok bilgi sahibi olursa, o kadar özgürleşir, geleceğe bakışı değişir ve geleceği ile ilgili kararları kendisi verir. Düzenli ve konserve edilmiş bilgileri insanlara “okullar” verir. Okullarda “pedagojik formasyon” almış “öğretmenler”, üniversitelerde “öğretim elemanları” genç dimağların iyi yetişmesi için çaba gösterirler. Günümüzde ise bilginin en önemli kaynağının “medya” olduğu, insanların zamanlarının önemli bir bölümünü TV karşısında geçirdiği çeşitli kamuoyu araştırmalarında belirtilmektedir. Elbette medya önemli bir güçtür, ama, doğru–seviyeli–bilime ve topluma saygılı programlar–yayınlar yapıldığı takdirde. Medya adı altında; yazılı basın, televizyon, internet, mp3, cep telefonu v.b. gibi araçlar insanlara sürekli bilgi sağlar. Burada gelen bilginin niteliği çok önemlidir.

     Güzel bir deyim vardır; “ağzı olan konuşuyor” diye, ancak; “söz gümüşse sükut altındır” da unutulmamalıdır. Söz ağızdan çıkmadan önce düşünmek lazım; Burası yeri mi? Bu söz uyar mı? Dozu ne olmalı? TV’de yapılan her konuşma ve yanlış, paparazzi programları sayesinde anında  dillerde dolaşabilmektedir. TV’ler iyiyi–doğruyu–kuralları ve güzeli vermekle yükümlüdürler. Son birkaç yıldır yapılan yarışmalarda başarılı kişilerin çıkmaması, belli bir formatta ve mesaj ile yapılan bu yarışmaların sadece “eğlence amaçlı olduğunu” göstermektedir. Örnek olarak “Popstar Alaturka” yarışmasını bir analiz edelim isterseniz.

     Yarışma star seçme amaçlı olduğu için, kimin neye göre seçileceği belli olmuyor. Mesajlar ve destekleyen kitle ile bölgeselcilik v.b. değerler rol oynuyor. Stardan, gazinodan bahsediliyor, ancak gazino kalmadı zaten, kaset–CD piyasası da korsan sayesinde can cekişiyor. Her şeyden önce starlık yeteneğe bağlıdır ve şans işidir. Çok yetenekli doğarsınız ama:

     a) Gerekli ortamı bulamazsınız, gelişemez, körelirsiniz.

     b) Gereken ortamı bulursunuz, birdenbire dillerden düşmezsiniz, ama zamanı iyi değerlendirmezseniz, bir–iki ay sonra unutulur gidersiniz. Bu popüler kült ürün tabiatıdır. Günceldir, iz bırakmaz, uçar gider, sabun köpüğü gibidir.

     c) Gerekli ortamı bulursunuz. Sizden öncekilerin ne yaptıklarını, nasıl kalıcı olduklarını, insanların gönlünde nasıl taht kurduklarını iyi analiz edersiniz, doğru kişilerle çalışırsınız, onlardan destek alırsınız, sürekli–kalıcı olmak için uğraşırsınız.

     O nedenle, arasıra gündeme getirilen, programlara konu edilen okullu–alaylı konusu “star” olmanın ölçüsü değildir. Okullu olmak; çağdaş olmanın, birikimli olmanın, bilimselliğe saygının, kuralların–teori ve pratiğin, konuşmanın–edepli olmanın v.b. bir şeklidir. Bilindiği gibi, eğitim insanları belli bir formata, şekle sokar, bilgiyle donatır. Onu kullanıp uygulamak, geliştirmek kişilerin işidir.

     Bugün batı ve Türk müziği eğitimi yapan konservatuvarlar ve müzik eğitimi ana bilim dallarında okuyan veya mezun olan gençler çeşitli guruplar kurmakta, CD çalışması yapmaktadırlar. Bu kurumlar içinde alana en çok eleman veren “İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'' olmuştur. Bunun sebebi; batı ve Türk müziği eğitiminin birlikte verilmesi, bu geniş çerçeve içinde öğrencilerin çeşitli çalışmaları rahatlıkla yapabilmeleridir. “İTÜ TMDK”nın popüler alanda sanatçı sayısı 70 civarındadır (alt yapıdakiler–besteciler hariç) Aşkın Nur Yengi’den Çelik’e; Nalan’dan Hakan Altun’a, Funda Arar’a hepsi alanlarında başarılı isimlerdir. Ancak; ''İTÜ TMDK''nın THM–THO ve TSM alanında yetiştirdikleri gözden kaçmaktadır; “Kültür ve Turizm Bakanlığı”na bağlı koro ve toplulukların, “TRT” bünyesindeki THM ve TSM sanatçılarının % 90’ı; üniversiteler “Türk Müziği Konservatuvarları” öğretim elemanlarının % 80’i; “Milli Eğitim Bakanlığı Halk Eğitimi Merkezleri” halk oyunları öğretmenlerinin % 90’ı “İTÜ TMDK” mezunlarından oluşmaktadır. Bu sanatçılar alanlarında çok önemli çalışmalar yapmalarına rağmen, maalesef kurumlarının özel kanallarda çalışma yasağı getirmesi nedeni ile “TRT” dışında programlara çıkamamaktadırlar.

     Evrensel müzikte ve bizde “detone veya sürtone oldu – ritm kaçırdı – sözleri unuttu – diksiyonu düzgün değil – prozodi hatası yaptı – yanlış okudu – “e” hecesini açık okudu – sesini iyi kullanamıyor – nefesini yanlış yerde alıyor – bitirişte yanlış seste kalıyor – girişte yanlış sesten giriyor – hançeresi kuvvetli değil – esere hakim değil – mikrofonu iyi kullanamıyor – sahneye hakim değil – olmayan nağmeler yapıyor – üslup dışına çıkıyor” gibi herkesin kullandığı terminoloji ve açık anlatım varken “burada bir durumlar oldu – bir şeyler yaptın – burada bazı enayilikler var – çok bağırıyorsun” gibi ifadeler yakışmıyor.

     Özellikle müziğimize gerçekten önemli katkılar yapmış, büyük eserlerin okunmasında ve ağır–büyük eserlerin sevdirilmesinde önemli görevler  üstlenmiş Sn. Ersoy’un çok ciddi açıklamalar yaparken, yarışmacılara ve seyircilere yol gösterirken birdenbire tam tersi (bazen belden aşağı, bazen kendi özel hayatını ilgilendiren) konuşmaları işi gölgeliyor. Sn. Ersoy’un fevkaladenin fevkinde yerine “şahane–mükemmel–olağanüstü”; heyeti umumiye yerine “seçici kurul” ya da “jüri”yi kullanması güzel Türkçe’miz kampanyasına uyacağı, örnek olacağı için daha doğrudur. “Türk müziğinin divası” olan Sn. Ersoy’un “ben bunları iyi tanıyorum” (yarışmacılar için) derken; “kucağıma oturtuyorum”, “içime sokasım geliyor”, “mal meydanda”, “bunların barsaklarını biliyorum” “nerden nereye döndüklerini biliyorum”, “bana halt etmek düşer”,  “bende bir halt kalmadı”, “bana kimse etki edemez”, “bana kimse karışamaz”, “doğurgan eğilim” gibi argo cümleler ve diğer üyeleri ezen cümleler yakışmamaktadır. Yine Sn. Ersoy’un “mahalle ağzı burada olmaz”, “ben sana parayı verirdim”, “buradan alacağın 80 milyarla kömürlük bile alamazsın”, Armağan’ın annesini görünce beğenmediği için şaşkınlıkla “bu mu doğurmuş” deyip sonra düzeltmesi yapılmaması gereken davranışlardır. Yine Sn. Ersoy’un sürekli “Allah”, “Bismillah”, “Yüce Mevlam” deyip kavgalıların tülbent kuruyuncaya kadar küs kalabileceklerini belirtmesi iyi, ama kendi hayatı ve kavgaları–küslükleri de medyada yıllardır yazılmaktadır.

     Sn. Gencebay’ın her yarışmacıya “aslanlar gibi okudun” demesi, onore ederek eleştirilerini söylemesi, entellektüel birikimini, müzik bilgisini konuşturması, Orhan babalığından geliyor galiba. Ancak, remiks yaptığı “Batsın Bu Dünya” maalesef eserin içindeki duyguyu–melodiyi almış götürmüştü. O nedenle moda belki ama, Sn. Gencebay’ın bu tür çalışmalara fazla izin vermemesi gerektiği düşüncesindeyim. Bu arada geçen programlarda Sn. Gencebay tarafından konu edilen, ancak tam açıklanamayan ve bizim müziğimizde kullanılmayan “diyalekt” sözcüğünü de açıklamak istiyorum:

     “Diyalektin folklor ile bir ilgisi yoktur. Folklorda yöresellik, ağız–şive–lehçe vardır. Diyalekt ise bir dilin özel çeşitlemeleridir; İngilizce’de, İngiliz İngilizcesi ve Amerikan İngilizcesi gibi. Çince pek çok diyalektlere sahiptir. Çin’in uzun tarihinden dolayı bu diyalektler birbirlerinden o kadar farklılaşmışlardır ki farklı diyalektleri konuşan insanlar  birbirlerini anlamakta güçlük çekmektedir, hatta anlayamamaktadır.”

     Star yarışması olduğu halde “giysi–duruş–konuşma–mimik” gibi konularda yarışmacılardan iyi şeyler duyamıyoruz. Eser bitmeden teşekkür ve selam gözlerden kaçıyor. Yarışmacılar, eserleri kendileri niye sunmuyor  acaba? “Star bir bütündür” diye Sn. Çağlayan hep söylüyor. Çağlayan’ın müzik–nota bilmemesine, alanda uzmanlığı olmamasına rağmen zaman zaman sert ve dik konuşmaları ve okullu–alaylı konusuna girip “okullular alaylıları ezmeye çalışmasın” gibi bir cümlesi gereksiz ve yapaydır. Kendisinin izleyenlerce çok eleştirilmesi her halde yarışma formatının bir sonucudur diye düşünüyorum. Biz Sn. Ercan Saatçi’nin kanallara hediyesi olan Sn. Çağlayan’ı yeni Mehmet Ali Erbil olmak peşinde gibi görüyoruz! Ancak, çok ekmek yemesi gerekir diyerek, programlarını izlemediğimizi de belirtmek istiyoruz.

     TV’lerin “eğlendirirken eğitmek” gibi bir görevleri var. Sn. Ersoy, Sn. Gencebay, Sn. Gündeş’in Türk müziğine olan katkılarını biliyoruz. Onlardan çok izlenmenin getirdiği yararlardan faydalanarak, seyircilerin de “kültürlenmesi”ne imkan tanımalarını bekliyoruz. Sanatçı toplumun önünde giden, onlara yol açan, örnek olan kişidir. Sn. Gündeş’in bir yardım mesajına on binlerce kişinin destek vermesi, yapımcılara ve sanatçılara ne demek istediğime, ne anlatmak istediğime “iyi bir mesajdır” sanıyorum.

     Maalesef güzel Türkçe’mizde gelinen noktayı geçen hafta Milliyet’te Sn.Melih Aşık’ın köşesinde yayınlanan bir örnekle vermek istiyorum:

     Yıl: 1956... “Karşıma aniden çıkınca ziyadesiyle şaşakaldım... Nasıl bir eda takınacağıma hükûm veremedim, adeta vecde geldim. Buna mukabil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalade rahatlatan bir tebessüm vardı. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle ‘akşam–ı şerifler hayrolsun’ dedim...”

     Yıl: 2006... “Abi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yani... Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fena göçeriz dedim, enjoy durumları yani... Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik... Sarıl oğlum dedim, bu manita senin... Hav ar yu yavrum?”

     Kısaca müziğimizi, kültürümüzü, sanatımızı, doğru geleneklerimizi, kişiliğimizi, saygımızı, sevgimizi korumak ve geliştirmek; mesleği, görevi, konumu ne olursa olsun her vatandaşın ulusal görevi ve sorumluluğu olmalıdır.

   İstanbul, Şubat 2007




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5790347
Online Ziyaretçi Sayısı:19
Bugünlük Ziyaret :988

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.