Kü
Küçük Mücennep:
(Ar.) Türk musikisinde beş koma değerindeki aralık.
Küçük(lü) Dizi Kalıbı:
Küçük(lü) dizi kalıbı, büyük(lü) dizi kalıbından tam anlamıyla farklıdır. Küçük(lü) tabir edilen aşıtlarda belirleyici olan unsur ilk üçlünün (dizinin eksen sesi ile üçüncü derecede yer alan ses) küçük olmasıdır. Buna göre düzenlenen herhangi bir dizi küçük(lü), (alışılmış söyleme şekliyle minör) dizi oluşturur. Büyük(lü), yani majör dizinin kalıbı tek olup, hiç değişmez. Halbuki küçük(lü) dizi kalıbı için durum böyle değildir. “Küçüklü” dizinin değişik çeşitleri vardır. Bunlar doğal küçük(lü) dizisi, armonik küçük(lü) dizisi ve ezgisel küçük(lü) dizisi olarak üç farklı kalıp gösterirler. (Başka bir ifade ile doğal minör dizisi, armonik minör dizisi ve ezgi -melodik- minörü dizisi). Ancak şunu özellikle belirtelim ki, hangi küçük(lü) dizi cinsinden olursa olsun, ilk beş ses arasındaki aralık düzeni küçük(lü) dizilerin hepsinde aynıdır. Yani değişmeyen kısım “B2+k2+B2+B2” olup değişen kısım geriye kalan kesimdir. Bkz. Minör Dizi Kalıbı. Doğal Küçük(lü) Dizisi, Armonik Küçük(lü) Dizisi, Ezgisel Küçük(lü) Dizisi, Melodik Minör Dizisi.
1979 yılında İstanbul’da doğdu. İlkokuldan sonra “İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Çalgı Eğitimi Bölümü”nü kazandı ve burada Cüneyd Orhon ile 4 telli klasik kemençe çalıştı. Lisans eğitimini “İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölümü”nde tamamladı. Yüksek lisansını “İTÜ Müzik İleri Araştırmalar Merkezi Etnomüzikoloji Programı”nda “Musical and Social Change as Reflected to ‘Fasıl’ Performance in Istanbul” teziyle, doktorasını ise “İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzikoloji ve Müzik Teorisi Anabilim Dalı”nda, “Kültürel Kimliğin Müzik Yoluyla Sunumu: Kemaliye (Eğin)’de Kültürel Performanslar” başlıklı teziyle 2012 yılında tamamladı. 2006-2011 yılları arasında “İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü”nde araştırma görevlisi olarak yer aldıktan sonra, 2011 yılında, yapılanmasında da yer aldığı “Karadeniz Teknik Üniversitesi (2018 yılından itibaren Trabzon Üniversitesi) Devlet Konservatuvarı”na geçti ve burada 2012 yılında yardımcı doçent, 2018 yılında doçent ünvanını aldı. 2012-2019 yılları arasında “Konservatuvar Müdürlüğü” görevlerinde bulundu. 2021 yılında ise “Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Devlet Konservatuvarı”nda doçent olarak göreve başladı. “Makam Teorisi”, “Müzik Paleografyası”, “Performans Teorileri”, “Müzikoloji” ve “Etnomüzikoloji” alanlarında temel dersler vermiştir. Etnomüzikoloji ve performans teorileri alanlarında ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılarda sunumları, kitap bölümleri ve mesleki ve hakemli dergilerde makaleleri bulunmaktadır. Yurt içi ve yurt dışında dinletilerde klasik kemençe çalıcısı olarak yer aldı. Ayrıca “İTÜ”, “KTÜ” ve “Trabzon” üniversitelerinde görev aldığı dönemlerde birçok uluslararası sempozyumlar, ustalık kursları, dinleti ve seminer gibi etkinliklerin düzenleme ve bilim kurullarında yer almış ve başkanlık yapmıştır.
4 Şubat 1994 tarihinde Uşak’ta doğdu. İlköğretimini “Uşak Atatürk İlköğretim Okulu”nda, lise öğrenimini ise 2012 yılında “Uşak Merkez Güzel Sanatlar Lisesi”nde tamamladı. Aynı yıl “Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzik Bölümü Piyano Anasanat Dalı”nı kazanarak Fakı Can Yürük’ün piyano öğrencisi oldu. Birçok dinleti ve festivallerde yer alan Küçükayvaz 2015-2016 eğitim döneminde adı geçen okulun dördüncü sınıf öğrencisi olup halen eğitimini sürdürmektedir.
1987 yılında “Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Şan Bölümü”ne girerek altı yıllık yalkıcılık eğitimini sınıf atlayarak beş yılda tamamladı. Üniversitenin tüm birimleri arasında en yüksek not ortalamasıyla “Konservatuvar” ve “Üniversite” birincisi olarak mezun oldu. 1993’de mezun olduğu üniversiteye “Araştırma Görevlisi” olarak atandı. 1996 yılında yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1994’de İstanbul’da yapılan “Güzin Gürel Bilim ve Sanat Vakfı Şan Yarışması”nda birincilik ödülü aldı. 1998 ve 1999 yıllarında İtalyan bariton Licinio Montefusco’nun ustalık kursu sınıflarına katıldı ve dinletiler verdi. 1999 yılında “Antalya Devlet Opera ve Balesi”nde göreve başladı. 2000 yılında İstanbul’da Katia Ricciarelli ve Ankara’da Leyla Gencer şan seminerlerine katıldı. Aynı yıl Hikmet Şimşek’in “45. Sanat Yılı Kutlaması” için seslendirilen “Yunus Emre Oratoryosu”nda yalkın sopran partını söyledi. Eylül 2000’de Azerbaycan’ın Bakü kentinde yapılan “II. Uluslararası Şan Yarışması”nda en iyi yorumcu olarak “Jüri Özel Ödülü”ne layık görüldü. 2005 yılında yönetken Gürer Aykal ve “Borusan Filarmoni Orkestrası”yla birlikte önce İstanbul’da, ardından Atina’da bir dinleti verdi. 2006 yılı Kasım ayında “Pakistan Konsolosluğu”nun daveti üzerine “Pakistan Büyükelçiliği”nde bir dinleti verdi. 2007 Nisan ayında Devlet Sanatçısı Ayhan Baran’ın “56. Sanat Yılı Kutlaması”nda sanatçı ile birlikte bir dinleti verdi. “Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü”ne Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma Operası”nda “Konstanze” partını söylemek üzere Ankara’ya davet edildi ve dört temsil yaptı. “Uluslararası Aspendos Opera ve Bale Festivalleri”nde “La Bohem”, “La Traviata”, “Aida”, “Carmen”, “Saraydan Kız Kaçırma”, “Lucia di Lammermoor” operalarında ve Carl Orff’un “Carmina Burana”sı ile Beethoven’ın “Koral Fantezi” yaratılarında görev almıştır. “Side Uluslararası Kültür ve Sanat Festivalleri” kapsamında birçok opera ve dinleti etkinliklerinde bulundu. Dağarında bulunan diğer eserler “Rusalka”, “Rigoletto”, “Figaro’nun Düğünü”, “Aşk-ı Memnu”, “Don Giovanni”, “Zaide”, “Hercules”dir. 2008 yılında “Mavi Nota Müzik Dergisi”nin “Yılın Sanatçısı Ödülü”ne layık görüldü. Aynı yıl “Finlandiya Büyükelçiliği”nin daveti üzerine Helsinki’de Türk eserleri dinletisi verdi. 2010 yılı Mart ayında Almanya’da Verdi’nin “Requiem” yaratısında söylemek üzere davet edildi. Ardından 2011 yılında yine Almanya’da Beethoven’in “9. Sinfoni”sini ve Carl Orff’un “Carmina Burana” yaratılarını seslendirdi. 2015 yılında “Semiha Berksoy Opera Vakfı” tarafından verilen “Yılın En İyi Kadın Opera Sanatçısı” ödülüne layık görüldü. 2016 yılında “Andante Dergisi”nin “Donizetti Klasik Müzik Ödülleri” kapsamında “Yılın Kadın Opera Sanatçısı” ödülünü aldı. Şan çalışmalarını 2001 yılından bu yana aralıksız olarak Polonya’lı şan pedagogu tenor Roman Werlinski ile sürdürmektedir.
Küğ Arkeolojisi:
Küğ arkeolojisi, küğbilim ve arkeolojiyi birleştiren disiplinler arası bir çalışma alanıdır. En geniş anlamıyla küğ arkeolojisi, geçmiş küğsel davranışlar ve ses olgusu üzerine yapılan çalışmalara verilen isimdir. Farklı disiplinlerin bir arada yer almasını gerektiren küğ arkeolojisi disiplini, arkeolojik ve küğbilimsel yaklaşımların bir arada ele alınmasını gerektirir. Bu alanda yapılacak çalışmaların temelini, kazılarda bulunan veya bir şekilde elde edilmiş olan küğsel buluntular, ses veya küğ üretimi için tasarlanmış ve imal edilmiş araçlar, küğsel edimlere ilişkin eserler, küğ sanatının yüzyıllarca korunabilme olanağı bulmuş materyal buluntularının yanısıra çalgıcıların, ırlağanların ve kırıncıların araç-gerecini içeren tasvirler, resimler ve bazen de manzaralar dahil orijinal malzemeyi ve çalgının ve çalgıcının performans duruşlarını kapsamına alan herşey oluşturmaktadır. Geçmişte yaşamış çeşitli toplumlar arkalarında arkeolojik değeri olan çok sayıda buluntu bırakmışlardır, bu buluntular incelendikçe eski toplumların geçmişte kalan küğlerinin sosyokültürel bağlamlarını ve anlamlarını kavrama olanağına erişmekteyiz. Eski küğ aletleri ve gereçlerinin buluntu ve tasvirleri yalnızca geçmiş zamandaki küğsel geleneklerin belirteçleri değildir, aynı zamanda geçmişe ilişkin çalgı çalma tekniklerinin nasıl olduğu konusunda değerli birer yansıtıcıdırlar. Orijinal ses yaratıları veya replikaları söz konusu olduğunda, bunların akustik işlevi ve hatta geçmişte seslendirilmiş bir küğsel eserin temel akustik özelliklerinin yeniden üretimi ve analizi “küğ arkeolojisi”nin kapsama alanına girer. Ayrıca mimari yapılar, insan eliyle yapılmış her türlü dinleti mekanı, mağaralar ve diğer doğal mekanlar da “küğ arkeolojisi”nin çalışmalarının konusudur. Tüm bunlara arkeolojik kayıtlardan elde edilen bilgileri, tüm diğer arkeolojik çalışmaları, eski el yazması betikleri, tarihsel anlaşmaları ve küğle ilgili diğer yazılı kaynakları ve verimleri eklediğimizde son derece geniş ve derin bir çalışma alanı karşımıza çıkmaktadır. Bu tür belgeler, edimsel uygulamalar ve bunların sosyokültürel kodları hakkında değerli birer evraktır. Bazı kültürlerde, eski küğ kuramları ve küğ estetiği ile ilgili ipuçları da bulunabilir. Bu ipuçları eski notasyon sistemleri ile ilişkilendirilirse, küğsel yapılarının ne olduğu berrak bir şekilde ortaya çıkar. Geçmişin bazı küğsel geleneklerinin halen korunduğu çağdaş küğ eserlerinin ve kültürlerinin incelenmesi, yapılacak karşılaştırmalı çalışmalar için önem taşımaktadır. “Küğ arkeolojisi” pek sık kullanılan bir terim olduğundan dolayı bazen kendi sınırlarının dışına taşarak yanlış bir şekilde kullanıldığı da görülmektedir. Bu nedenle bu disiplinlerarası disiplinin sınırlarını çok iyi bilmek yapacağımız araştırmaların başarıya ulaşması için olmazsa olmazdır. “Küğ Arkeolojisi”nde farklı amaçlar bir arada yer alır. En önemlilerinden biri, ses üreten araçlar ile küğün edimde yer alması ve metinsel kanıtlar gibi antik küğün yeniden inşasıyla ilgili yapılan kazılarda elde edilen ürünlerin araştırılması, bu tür eserlerin arkeolojik analizi ve dokümantasyonu, tarihlenmesi ve tanımlanmasının yanı sıra buluntu bağlamlarının ve kültürel bağlamlarının açıklanması, geçmişin günlük yaşamındaki kullanımına ve işlevine ışık tutması, böylece onları yeniden inşa etmemize yardımcı olması, dahası geniş anlamda küğ üretmek için kütüphanelerde veya diğer gizli yerlerde bulunan erken dönemlerin küğ notasyonlarının ve edebi kaynakların araştırılmasıdır. Böylece bu sonuçlar, erken dönemlere ait çalgıların nasıl çalındığı veya küğün nasıl ırlandığı konusunda bizleri aydınlatabilir. Eski zamanlarda çalınan küğlerin geçmişin karanlığından kurtarılarak günümüz küğcülerinin eski çağların ezgilerinin ve tartımlarının nasıl yazılmış olabileceğini hayal etmeleri için gereken bilimsel temelin ortaya konulması küğ arkeolojisinin çalışma ve araştırma alanlarındandır. Eski dönemlerin çalgılarının sesleri günümüzde yeniden canlandırılabilir. Son yıllarda nörofizyolojik, biyolojik ve psikolojik araştırmaların küğ arkeolojisinde kullanılmaya başlanmasıyla alan önemli ölçüde genişledi. Tüm bu yeni yaklaşımlar, insanlığın küğ yapması ve küğsel anlayış için evriminde en erken ön koşulları arayarak ses üretiminin olası başlangıçlarını araştırmaya sevk etti. Küğ notalama sistemlerinin keşfi ve kuramsal çalışmalar için yeni yayınlanan kanıtlar veya eski küğle ilgili yeni yazınsal ve ikonografik kaynaklar, çoğunlukla yok olan küğ kültürlerinin nasıl ve neler olduğunu anlamamız için katkıda bulunabilir. Yakın geçmişte veya çağdaş toplumlarda etnografik analojilerin gözlemlenmesi ve bütünleştirilmesi, geçmişin küğ yaşamını anlamamıza ve uzun sürede elde edilmiş gelenekleri bulup ortaya koymamıza yardımcı olabilir. Küğbilim ile arkeolojinin çalışma alanlarını birleştirmeye yönelik ilk girişim, 1977 yılında Berkeley’de toplanan “Uluslararası Küğbilim Topluluğu Konferansı”nda gerçekleşti. Örneğin asurolog Anne D. Kilmer tarafından eski Mezopotamya küğ sisteminin ortaya konması bu yeni çalışma alanının ilk müjdecilerinden birisi oldu. Buna dayanarak, “Ugarit” liman kentinde yapılan kazılar sonucu Mezopotamya küğ sistemine dayalı notasyon içeren, Hurri dilinde icra edilen bir “Geç Bronz Çağı İlahisi” Batı nota sistemine aktarıldı. Berkeley’den küğbilimci Richard L. Crocker yardımıyla çalgı yapımcısı Robert Brown bir Sümer lirinin replikasını yaptı ve Kilmer’in versiyonuna dayanılarak bir Hurri ilahisi kaydedildi. Berkeley’de Kilmer rekonstrüksiyon yöntemini açıkladı ve ortaya çıkan sesi açıklayan bir gösteri düzenledi. İşte bu, küğ arkeolojisi üzerine oluşturulan “ICTM - International Council for Traditional Music / Geleneksel Küğler İçin Uluslararası Çalışma Grubu Konseyi”nin başlangıç noktasını oluşturdu. 1981 yılında “Uluslararası Geleneksel Küğler Konseyi” (ICTM) Seul’de (Kore) resmi olarak kuruldu ve 1982 yılında Cambridge’de (İngiltere) küğsel-arkeolojik araştırmalar üzerine ilk toplantısını yaptı, ardından 1983 yılında New York’ta “ICTM” tanındı. “ICTM Küğ Arkeolojisi Çalışma Grubu” Stokholm’de (1984), Hannover - Wolfenbüttel’de (1986), Saint Germain-en-Laye’de (1990), Liège’de (1992), İstanbul’da (1993), Kudüs’te (1994 / 1995, ICTM-İkonografik Çalışma Grubu) ve Limasol’de (1996) uluslararası öneme sahip konferanslar düzenledi. Bu toplantılar kapsamlı çalışma raporlarıyla sonuçlandı. “ISGMA - International Study Group on Music Archaeology / Küğ Arkeolojisi Üzerine Uluslararası Çalışma Grubu” ise 1998 yılında Ellen Hickmann ve Ricardo Eichmann tarafından kuruldu. Bu yeni oluşumun amacı arkeologlarla daha yakın işbirliği sağlamaktı ve “ICTM Küğ Arkeolojisi Çalışma Grubu”ndan filizlenerek ortaya çıktı. Bu tarihten başlayarak “ISGMA”, çalışmalarını “Alman Arkeoloji Enstitüsü - DAI, Deutsches Archäologisches Institut” (Berlin) ile sürekli işbirliği içinde sürdürdü. “ISGMA”nın konferansları 1998 yılından 2004 yılına dek her iki yılda bir “Michaelstein Manastırı”nda ve “Saksonya-Anhalt Küğ Akademisi”nde düzenlendi ve “Alman Araştırma Vakfı” (DFG, Deutsche Forschungsgemeinschaft) tarafından desteklendi. “Berlin Etnoloji Müzesi” bünyesinde bulunan “Etnomüzikoloji Bölümü” ile kurulan yakın işbirliği sonucunda “ISGMA”nın 5. ve 6. simpozyumları 2006 ve 2008 yıllarında “Berlin Etnoloji Müzesi”nde yapıldı. “Tientsin Küğ Konservatuvarı”nın sıcak ilgisi sonucu “ISGMA”nın 7. simpozyumu 2010 yılında Çin’in Tientsin kentinde toplandı. “ISGMA”nın 2012 yılında gerçekleştirdiği 8. simpozyum da Çin’in Suzhou ve Pekin kentlerinde gerçekleştirildi. 9. simpozyum ise 2014 yılı Eylül ayında tekrar “Berlin Etnoloji Müzesi”ne aktarıldı. Tüm bu gelişmeler olurken “ICTM” yoluna bağımsız olarak devam etti ve kendi etkinliklerini sürdürdü. Ancak bazı araştırmacıların gerek bu grupta gerekse diğer grupta ortak olarak yer aldıkları görüldü. “ICTM”nin birkaç yılı eylemsiz geçirmesi üzerine Julia L. J. Sanchez 2003 yılında Anthony Seeger’in teşebbüsü ile oluşumu yeniden canlandırdı ve önce Kaliforniya Los Angeles’ta 2003 yılında, sonra Kuzey Karolina Wilmington’da 2006 yılında arka arkaya toplantılar düzenledi. Bu toplantıları 2009 yılında New York’ta düzenlenen bir ortak konferans takip etti. Böylece “Çalışma Grubu”nun 1981 yılındaki ilk kuruluşundan sonra 11. simpozyumu ve ayrıca “Küğ İkonografisi Araştırma Merkezi 12. Konferansı” yapılmış oldu. “ICTM”nin 12. konferansı ise İspanya’nın Valladolid kentinde gerçekleştirildi. Bu, “ICTM Çalışma Grubu”nun en geniş katılımlı ve en büyük toplantısı oldu. 13. simpozyum 2013 yılında Guatemala’da, 14. simpozyum 2015 yılında Polonya’da düzenlendi. 2013 simpozyumunda yeni bir dizi yayın yapılmasına karar verildi: “Ekho Yayıncılık Şirketi” tarafından “ICTM Çalışma Grubu Küğ Arkeolojisi Yayınları” kuruldu. Bkz.: Arkeoloji.
Küğ Bilimi'nin Dalları:
1. Küğ Tarihi
Küğ yazımı bilgisi,
Küğ kuramları ve tarihi,
Küğ terimleri ve işaretleri (simgeleri) bilgisi,
Çalgı bilgisi,
Küğsel resimlere ilişkin bilgiler
2. Seslendirme Becerisi
3. Dizgesel Küğ Bilimi
Akustik,
Canlıların ve çalgı seslerinin fiziği,
Stüdyo akustiği,
Ses alma ve yayınlama,
Ses grafikleri ve ses ölçümleri,
Küğsel duyum ve küğsel gözlem fizyolojisi
Ses, çalgı çalma ve işitme fizyolojisi
İşitme psikolojisi
Küğ psikolojisi
Küğ felsefesi
Küğ sosyolojisi
4. Küğ halk bilimi
5. Uygulamalı Küğ Bilimi
Küğ pedagojisi
Küğ eleştirisi
6. Küğ Teknolojisi
Küğ Hakkında Söylenmiş Özlü ve Güzel Sözler:
Pitagoras: Küğü biz yaratmadık, biz küğü keşfettik.
Küğ ile Tedavi:
“Müzikoterapi” veya “Küğ ile Tedavi” son zamanlarda sıklıkla ele alınan bir konu olmaya başlamıştır. Bu alan tıp biliminde halen araştırılan karmaşık konular içerisinde yer almaktadır. Küğün özellikle ruhsal sağaltımda kullanılması giderek yaygınlaşmaktadır. Ancak bir noktada yanlış anlaşılmayı engellemekte yarar bulunmaktadır; sağaltım olayının salt küğ kullanılarak başarılabileceğini düşünmemek gerekir. Küğ ile birlikte çağdaş tıbbın tüm olanakları kullanılmalı ve küğ ile tedavi konusunda araştırmalara devam edilmelidir. Örneğin küğ terapisi salt makamların insan bedenine ve beynine etkilerini inceleyen bir bilim dalı değildir. Türk kültüründe önemli bir yer edinmiş olan makamların yaptığı etkilerle ilgili ilk bilgilere Farabi’de rastlıyoruz. Farabi’ye göre Türk küğündeki makamların bellibaşlılarından olan rast makamı neşe ve huzur, rehavi makamı sonsuzluk düşüncesi, kuçek makamı hüzün ve elem, büzürk makamı korku, ısfahan makamı güven duygusu ve hareket yeteneği, neva makamı ferahlık duygusu, uş(ş)ak makamı mutluluk ve gülme isteği, zirgüle makamı uyku, saba makamı cesaret ve güç, buselik makamı kuvvet, hüseyni makamı rahatlık ve sakinlik, hicaz makamı ise kalenderlik ve alçak gönüllülük hisleri aşılamaktadır. Yine Farabi’ye göre geleneksel küğümüzde kullanılan bu makamların etkili oldukları zaman dilimleri farklılıklar göstermektedir. Rehavi makamı yalancı sabah vaktinde, hüseyni makamı sabah, rast makamı güneş iki mızrak boyuna ulaştığında (güneşin gökte yükselmesinin geldiği noktanın mızrak boyu olarak ifade edilmesi güneşin doğuşundan itibaren ne kadar süre geçtiğini belirtir. Güneşin iki mızrak boyu yükselmesi ise eğer güneş saat 06.00’da doğuyorsa tahminen 08.30 civarlarına karşılık gelir), buselik makamı kuşluk vaktinde (günün sabahla öğle arasındaki bölümü, güneşin doğması ve sabah namazı vaktiyle ilgisi olmayıp kerahet vaktinin sona ermesiyle başlar; tahminen 09.00 ile 10.00 saatleri arasına denk gelir./Kerahet vakti ise hem güneşin batışından yarım saat-kırkbeş dakika öncesi ile batışı arasındaki zaman, hem de doğuşundan önceki yarım saat-kırkbeş dakika öncesi ile doğuşu arasındaki zaman), zirgüle makamı öğleye doğru, uş(ş)ak makamı öğle vakti, hicaz makamı ikindi vakti, ırak makamı akşam üstü, ısfahan makamı gün batarken, neva makamı akşam vakti, büzürk makamı yatsıdan sonra ve zirefkend makamı uyku vakti etkilidir. Küğ ile tedavi konusu ile ilgilenen diğer isimler arasında Gevrekzade Hasan Efendi ve Şuuri Hasan Efendi gibi bazı Osmanlı hekimlerini de görmekteyiz. Küğ ile tedavi alanında hiçbir makam ya da ton, hiçbir tür ve hiçbir düzümsel yapının mutlak bir psikolojik ve fiziksel etkiye sahip olmadığı konusunun altını çizmek gerekmektedir. Beyin ve bedenle düzümsel yapının ve ezgisel gidişin etkileşimini ortaya koyan bilimsel araştırmalar devam etmekte ve tedaviye ancak yardımcı olabilmektedir. Küğ ile sağaltımın salt küğ dinletilerek uygulanan bir yöntem olarak algılanmasının önüne geçilmelidir. Çalgı çalma, ırlama, kırınma gibi etkin küğsel uğraşların kullanılması da yöntem olarak sağaltıma katkıda bulunmaktadır. Bu çeşit çalışmalara örnek vermek gerekirse: Üflemeli çalgı öğretimi dilsel beceriler açısından eksikleri olan deneklerde yardımcı bir unsurdur, ancak bunun okul eğitiminde kullanılan bilindik çalgı eğitimi yöntemlerinden farklılık göstermesi gerekmektedir. Bu yaklaşımda farklılık amacın çalgı öğretmek değil, çalgı çalmayı öğrenen bireyin becerilerinin geliştirilmesidir. Böyle bir tedavi yönteminin uygulamasını yapabilmek için salt küğcü ya da salt psikolog olmak yetmemekte, çoğu kez iki alandan uzmanların birlikte çalışmaları sonuca ulaşmayı sağlamaktadır. Bunun dışında küğsel etkinlikleri sağaltım amacı ile kullanmada yeterliliğe sahip olmak, yani bir müzikoterapi eğitiminden geçmiş olmak asgari koşuldur. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerde olduğu gibi küğ ile sağaltım konusunu öğreten okullar açılması sağlanmalıdır.
Küğ Nedir?:
"Küğ nedir?" sorusuna çok sayıda farklı yanıt vermek olanaklıdır. Bunlardan en bilindik olanı herkesin duyduğu şu tanımdır: “Küğ; kelimeler ile anlatılması olanaklı olmayan duygu ve heyecanlarımızı, bu duygu ve heyecanları sezdirecek, duyuracak şekilde düzenlenmiş sesler yolu ile başkalarına yansıtma sanatıdır.” Bu tanıma göre; duygu ve düşüncelerimizi, heyecanlarımızı belirtmek için sesleri kullanıyoruz. Konuşma dilinde de sesleri kullandığımıza göre “konuşma dili” ile “küğ dili” arasında bir bağ bulunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, her ikisi de ses temeline dayanmaktadır. (Bkz.: Müzik Nedir? ve “Ses Nedir?”)
Küğ Yazısı:
Günlük dilde kullanılan cümleleri oluşturmak için kullandığımız kelimeleri en küçük yapı taşı olan harfleri değişik şekillerde ve dilbilgisi kurallarına uygun olarak farklı sıralamalar yaparak oluştururuz. Kısacası, alfabenin harfleri değişik düzenlerde bir araya getirilerek kelimeler meydana getirilmektedir. Kelimeleri oluşturan harflerin sayısı her dilde farklıdır. Örneğin, “Atatürk dönemi Türkçesi”nin harfleri toplam 29 adet idi. Fransız dilini yazmak için ise 26 harf yeterli olmaktadır. Küğ dilinin harfleri de ülkelere göre farklılıklar göstermektedir. Örneğin uluslararası çoksesli sanat küğünün yazımı için 12 nota yeterli iken“Geleneksel Türk Sanat Musikisi”ni yazmak için kimilerine göre 24, kimilerine göre 48 nota kullanmak gerekmektedir. Pentatonik küğ dilinde ise yalnızca beş ses yeterli olabilmektedir. Küğ yazısının harfleri dediğimiz seslerin her birinin farklı isim taşıdığını belirtmek yararlı olacaktır. Ancak uluslararası çoksesli sanat küğünün yazımında kullanılan 12 sesin yalnızca yedisine özel bir isim verilmiş ve geriye kalan beş tanesi de bu yedi ana isme bağlı kılınmıştır. Bu yedi ana sese verilen isimler şunlardır: Do, Re, Mi, Fa, Sol, La, Si. Kuzey Avrupa ülkelerinin bazıları ile ABD ve Kanada gibi ülkelerde bu yedi ana ses sırasıyla C, D, E, F, G, A, B isimlerini alırlar. (Bkz. Dizek, Porte)
Şehit küğ öğretmeni Erdoğan Kükrekol, 18 Ağustos 1934 tarihinde Erzurum Oltu’da öğretmen bir baba ile ev hanımı bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi. İlköğrenimini “Kars Susuz İlkokulu”nda, orta öğrenimini “Erzurum Öğretmen Okulu”nda (1953) tamamladı. “Konya Altınova Devlet Üretme Çiftliği İlkokulu”nda bir yıl öğretmenlik ve başöğretmenlik yaptıktan sonra (1953/54), “Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü”ne girdi (1954). Eduard Zuckmayer’in öğrencisi oldu. Küğ öğretmeni olarak mezun olduktan sonra (1957) “Kars Lisesi Küğ Öğretmenliği”ne atandı. Çok kısa bir süre “Hakkari Lisesi”nde çalıştıktan sonra, askerlik görevini yapmak üzere “Yedek Subay Okulu”na gitti (1958) ve “Polatlı Topçu Okulu”ndan 48/14 dönem olarak mezun oldu. Bu esnada, “Erzincan Askeri Lisesi”nde de görev yaptı. Vatani görevini tamamladıktan sonra 6 Ağustos 1959 tarihinde Erzurum Oltu’lu edebiyat öğretmeni Keriman Önder ile evlendi, 24 Eylül 1959 tarihinde “Mersin Tarsus Lisesi”nde küğ öğretmeni olarak göreve başladı. Bu okulda görev yaptığı altı yıllık süre içinde, müdür yardımcılığı görevinde de bulundu. İki kız çocuğu (Fulya ve Funda) babasıdır. 10 Ekim 1965 tarihinde şehit olduğunda henüz 31 yaşındaydı. Yetiştirdiği öğrencilerden biri de, “Dokuz Eylül Üniversitesi Müzik Anabilim Dalı Eski Başkanı” Prof. Dr. Mahmut Sarı’dır. Erdoğan Kükrekol, Menemen’de şehit edilen öğretmen Kubilay’dan sonra ülkemizin ikinci şehit öğretmeni ve ilk küğ öğretmeni şehididir. Zuckmayer Tarsus’a geldiğinde kendisiyle görüşmüştür. Eğer şehit olmasaydı ülkemizin ilk küğ eğitimi müfettişi olarak atanacaktı. Katil Atahit Yeşil, “Tarsus Lisesi” öğrencisiydi. Yeşil, 1943 Tarsus doğumluydu ve cinayet suçunu işlediğinde 22 yaşındaydı. 1964 yılında yedi dersten belgelenmişti. Bu dersler edebiyat, psikoloji, coğrafya, cebir, geometri, kimya ve küğ dersleriydi. Coğrafya ve geometri derslerinden sınava girmeyen ve 29 Eylül 1965 tarihinde öğleden önce, sınavına girdiği küğ dersinden sorulan sorulara cevap vermediği için bir (rakamla 1) almış olan ve dört dersten geçen Atahit Yeşil, küğ dersinden geçseydi bile, coğrafya ve geometri derslerinden zaten sınava girmediği için sonuç değişmeyecekti. Öğrencinin, istediği notları sağlamak maksadıyla, ders öğretmenlerini zaman zaman tehdit ettiği ve rüşvet vermeye çalıştığı belgelerde yer almaktadır. Öğrenci 1962 yılında bir kez, 1964 yılında üç kez (cezalardan biri, bir hafta okuldan uzaklaştırma) olmak üzere, toplam dört kez disiplin cezası aldı. Sınav tarihinden dokuz gün sonra, 8 Ekim 1965 Cuma günü öğle saatlerinde okula gelen Atahit Yeşil, derse girmekte olan küğ öğretmeni Erdoğan Kükrekol’a arkadan üç kez ateş ederek Kükrekol’un karaciğerini ve kalın barsağını parçaladı. Erdoğan Kükrekol 10 Ekim 1965 günü şehit oldu. Arkadan vurulduğu esnada, ders vereceği sınıfa gülümseyerek girmekte olduğu öğrenci tanık ifadelerinde belirtilmiştir.
Kültürel Etkileşim:
(İng. Acculturation, Alm. Akkulturation, Fr. Acculturation ) Yeni bir kültürü benimsemek. Kültürleşme. Kültürel değişim. İki veya daha fazla farklı toplum arasında kurulan sürekli temasın kültürel değişime neden olduğu süreç. Bu bir ya da iki şekilde olabilir. Bir ya da iki veya ikiden çok grubun inanç ve adetleri neredeyse eşit bir şekilde birleşerek tek bir kültürle sonuçlanabilir ya da daha sık görülen şekli ile bir topluluk ya da tüm toplum bir seçme ve bunun sonucu elde edilen değişim süreci yolu ile bir diğer topluluk ya da toplumun kültürel değerlerini tümüyle içselleştirir. Bu dönüşüm genellikle herhangi bir topluluk ya da toplumun diğer herhangi bir topluluk ya da toplum üzerinde kurduğu siyasal ya da askeri bir üstünlük sonucu gerçekleşir. Örneğin, Kuzey Amerika kıtasına yerleşen beyazların o kıtanın yerli halkına karşı saldırılarda bulunarak gerçek Amerikan kıtası yerleşimcileri olan kızılderili topluluklarını yaşadıkları topraklardan atmaları ve buralara kendilerinin yerleşmeleri konumuza uygun bir örnek oluşturmaktadır. Bir başka örnek ise güçlü bir ekonomiye sahip olan Kuzey Avrupa ülkelerinin kültür, sanat ve yaşam biçimlerinin Güney Avrupa, Asya ve diğer dünya toplumları üzerinde tesis ettikleri güçlü etkidir. Bu türlü kültürel etkileşimler önemli psikolojik rahatsızlıklara ve sosyal huzursuzluklara neden olabilir. Kültürel etkileşim terimi ilk olarak ondokuzuncu yüzyılın sonlarında antropoloji bilimi tarafından kullanılmıştır ve “İkinci Dünya Savaşı”ndan sonra uygulamalı antropolojinin önemli çalışma sahalarından birisini oluşturmuştur. Ekonomik, siyasal, kültürel ve sanatsal açıdan daha zayıf konumda bulunan toplumun üyeleri önceleri meydana gelen türbülansa şiddetle direnseler dahi mevcut zayıflık ve eksiklikleri nedeniyle daha sonra uzlaşı noktasına varırlar ve sonraki aşamalarda absorbe edilmeye direnemeyerek yeni modele teslim olurlar. Bu nedenden ötürü, her toplum kendi dokusunu daha sağlamlaştırmalı ve toplum yaşamlarında herhangi bir gedik bırakmayacak denli güçlü olmaya çalışmalıdırlar.