22.03.2020 / Öyküsünü Saz Ustası Mehmet Erenler Anlattı: 'Deniz Dibinde Haçcem Demirden Evler'

Erenler, Mehmet


     “Radyo sanatçılarının konser verdiği aile gazinoları vardı. Semaverli çay bahçeleri, içkisiz. Dokuz yaşımda oralarda kendi başıma çalıp söylemeye başladım. Nezahat Bayram, Muzaffer Akgün, Orhan Subay, Hüseyin İleri, Emin Aldemir... Ben onların program yaptığı yerlerde tek başıma çalıp okuyordum.”


 

     Mehmet Erenler, daha okulla tanışmadan sazla tanışmış. “Saz ile oynarken...” akort etmeyi keşfetmiş. Sonra sazıyla türkülerin ezgilerini “çıkartmaya” başlamış... Türküleri de “Yurttan Sesler”i devamlı dinleyerek ezberlemiş. Neredeyse 500 türkü! “Yüreğime türküler, duygusal olarak da yerleşmişti” diyor…


 

     Söyleşiyi yine İbrahim Can ile birlikte yaptık. İşte kendi ağzından Mehmet Erenler’in ve derlediği türkülerin hikayesi:


 

     “Çamaşır Leğeninde Dünyaya Gelmişim”


 

     - Kendinizi tanıtır mısınız?

     - 26 Ocak 1946’da “Ankara Kalesi” dediğimiz “Hisar Kayabaşı”nda dünyaya gelmişim. O gün ani bir sancının tutmasıyla rahmetli anneciğim beni çamaşır leğeninde dünyaya getirmiş. Bugün Mehmet Erenleriz ama annemi hastaneye yetiştirememişler, rahmetli babaannem ebelik yapmış. Sonra babamın görevi icabı Ankara’nın Ayaş ilçesine yerleşiyoruz. Rahmetli babam Ayaşlıydı. Bir ilkokulda hesap memuru olarak, yani muhasebeci olarak çalışıyordu. Aslında babam eskiden muhabereci astsubay başçavuşmuş. Oradan kendi isteğiyle sivil hayata geçmeyi arzu etmiş. Dilekçe vererek askerlikten ayrılmış ve Ankara Ayaş’a gelmiş. Detaylara girersek çok uzun sürer tabi.


 

     “Kulağımı Radyoya Yaslayıp Dinlerdim”


 

     - İbrahim Can: Ayrıntı neden önemli biliyor musunuz hocam? Soner Özbilen ile de görüştük, annesi onu tarlada doğurmuş. Ya yaşayamasaydı? Babaanneniz ebelik yapmasaydı, dev sanatçı Mehmet Erenler olmazdı. Aşık Veysel de öyle, Allah rahmet eylesin. Bağlama çalarken o bağlama çalanların tınılarını aksettiren insanlar hangi şartlarda, hangi acıları, hangi yoksullukları yaşamışlar bilinmelidir.

     - İlkokul birinci sınıfı Ayaş’ta okudum. Beşbuçuk yaşlarında Muzaffer Sarısözen’in yönettiği “Yurttan Sesler Korosu”nun canlı yayınlarını kulağımı radyoya yaslayıp dinlediğimi hatırlıyorum... Merdivenin başında oturup süpürgeyi koltuk altına alıp saz gibi çalarmışım. Rahmetli babam bu yeteneğimi keşfediyor. Bu çocuğun herhalde halk müziğine karşı aşırı sevgisi var, diyor. O zaman sadece şarkılar, türküler var ama ben türkü dinlermişim. Babam hep bahsederdi “Meydivenden tıngıyda mıngıyda ineyken” diye türkü söylermişim. Tabi Ankara’ya döndükten sonra ben türkülere iyice sevdalanmıştım. Sürekli radyo dinliyordum. Bunun üzerine babam bir yerden cura sazı satın almış. Artık kulağım seslere o kadar alışmış ki... Ailemizde çalıp söyleyen hiç kimse yok ama o yaşta kendi kendime saz çalıyordum.O zamanki şartlarda sazlar öyle ilkel ki perdeleri bağırsaktan yapılmış. Pütürekli pütürekli basıyorsun cızır cızır ötüyor. Saz ile oynarken, akort burgularını çevirirken, tesadüfen iki teli birbirine kaynaştırıyorum. Bakın nereden nereye... Altı tane tel var. İki teli birbirine kaynaştırıyorum. Akort sisteminde, halk müziğinde düzen var. Rahmetli Aşık Ali İzzet der ya “Şu sazıma düzen ver, teller de muradını alsın” diye... Halk müziğinde akort sistemine “düzen” tabiri kullanılır. “Bağlama düzeni”, “misket düzeni”, “fidayda düzeni”, “bozuk düzen” vs. O kadar çeşitli düzenler var ki. Sonra orta teli alt re perdesine basıyorum. Bak şimdi... Re perdesini nereden buldun? Orta teli akort ediyorum. Sonra orta tele basıyorum üst teli akort ediyorum. La, re, sol düzeni bozuk düzen dediğimiz, halk arasında yaygın olan, Orta Anadolu’da bir de “kara düzen” ismi vardır. En çok çalınan kara düzendir.


 

     “İlkokul İkinci Sınıfta Okul Müsamerelerinde”


 

     - Kulağınızla mı akort yapıyorsunuz?

     - Evet hep kulağımla. Yöre Orta Anadolu. Ankara müzik açısından Türkiye’nin odak noktası tabi. “Yurttan Sesler”i devamlı dinliyorum. O zaman “Yurttan Sesler” repertuvarı 500 türkü üzerinde dönüyordu. O yaşta neredeyse 500 türküyü ezbere biliyormuşum. Hangi türkü çalınsa hepsi ezberimde. Yüreğime türküler duygusal olarak da yerleşmişti. Diyeceğim sazın alt telinde gezinirken “Süt içtim dilim yandı, amanın aman” türküsünü kendi kendime çıkartıyorum. “Gaziantep Türküsü” var ya, tabi yavaş yavaş çalıyorum notaları. Sonra devamı yavaş yavaş geliyor. Bir gün, iki gün, üç gün, bir hafta sonra “Ham meyveyi kopardılar dalından” türküsünü öğrendim. Ezgiyi çıkartıyorum. Her hafta başka bir türküyü çalmaya başladım. İlkokul ikinci sınıfta okul müsamerelerinde saz çalıp söylemeye başladım. O zaman okulda beyaz yaka, siyah önlük, saçlar kabak kafa tabii…Zaman geçtikçe ben repertuvarı genişletiyordum, icra tekniğim de gelişiyordu. Radyo sanatçılarının konser verdiği aile gazinoları vardı. Semaverli çay bahçeleri, içkisiz. Dokuz yaşımda oralarda kendi başıma çalıp söylemeye başladım. Nezahat Bayram, Muzaffer Akgün, Orhan Subay, Hüseyin İleri, Emin Aldemir... Ben onların program yaptığı yerlerde tek başıma çalıp okuyordum.


 

     Ailecek Gelinen Gazinolar


 

     - Onlardan önce mi, yoksa aynı günde mi?

     - Onlarla aynı günde. Ben önce çıkıyordum sahneye çalıp okuyordum. Derken rahmetli Orhan Subay, Hüseyin İleri’yle beraber program yapmaya başladık. Orhan abi başına yazma bağlardı.

     - İbrahim Can: Mendil sallayan meşhur bizim Zehra Bilir gibi.Tabii Zehra Bilir. 46 doğumlu. O günkü şartlarda, Ankara gibi bir yerde, bir sanatçıyı yörenin halkı tutar beğenirse, Türkiye’nin her tarafına yayılırdı. Ankara’da tutunamayan sanatçı başka hiçbir yerde tutunamazdı…


 

     - Dokuz yaşında mı sahneye çıktınız?

     - Ayağım yere değmezken, kabak kafa, saçlar kısa, bir ritim eşliğinde sahnede program yapıyorum Ankara’da. Aile gazinoları, çay bahçeleri demiştim ya, bütün “TRT” sanatçılarının çoğu o gazinoda yetişmiştir. Radyoda çalarlar, orada kendilerini lanse ederlerdi. Orada semaverler, pastalar vardı. O kadar güzel ki ortam. Çıkınlarıyla çoluk çocuk insanlar geliyor.


 

     - Yani çocuklar türküleri orada mı öğreniyor?

     -Tabii… Çocuklar da geliyor sadece büyükler değil. İçki de yok. Hepsi ayık kafa.

     İbrahim Can: Ne kadar güvenilir bir başkent ki, benim can yoldaşım Emel Taşçıoğlu küçük yaşta sahneye çıkabiliyor. Mehmet ağabey dokuz yaşında çıkabiliyordu.Emel’in sahneye çıktığı yaşı bilirim. Yedi yaşında... Aile yapısına o zaman çok önem verilirdi.


 

     “Askerdeyken Türkü Derledim”


 

     - Burdur’da askerlik yaparken türkü araştırma fırsatını nasıl buldunuz?

     - Burdurlu marangoz benim geldiğimi duymuş. Yanıma geldi. “Mehmet kumandan bizim köyümüzün bir türküsü var” dedi. “Neymiş” diye sordum. “Nerelisin” dedim. “Burdur, Arvallık köyündenim” dedi. “Bir çal oku bakayım” dedim. “Denizin dibinde Hatçem demirden evler / Ah gerdanın altında çiftedir benler” diye bir türküyü hemen yöresel ağızla okudu. Çok hoşuma gitti ve çok güzel bir türkü olduğunu söyledim. O okurken hemen orada notasını yazdım. Defalarca çalıp söyledim.1967 yılında.


 

     - Türküyü başka kişilerden de dinlediniz mi?

     - Türkünün asıl kaynak kişisi oydu: Seyfettin Türkol. Allah rahmet eylesin. Oğlu da beni devamlı arar. Oğlu tır şoförlüğü yapıyor.


 

     - Kaynak kişi türküyü verirken duygusunu da aktarıyor. Onun için sizin söylediğiniz gibi hiç kimse söyleyemez. İlk temas sizin diyebilir miyiz?

     - Tabii ki. Ben türküyü müzik dairesi repertuvar kuruluna verdim. Benimsendi ve kuruldan geçti. Türkü yayınlanmaya başladı. Özay Gönlüm Denizlili. Burdur ile Denizli çok yakın. Biz “Ankara Radyosu”nda Özay Gönlüm ile yıllarca omuz omuza saz çaldık. Beni de çok severdi Allah rahmet eylesin. “Ya Mehmetçiğim, biz o yörenin insanıyız. Bu türküyü sen bizden önce derledin. Olacak şey değil” dedi. Sonuçta türkü derlendi. Çok güzel bir ezgiyi repertuvarımıza kazandırmış olduk. Halkımızın kültürel hizmetine sunmuş olduk. Bundan daha büyük bir mutluluk yoktur. Sen ben davası değil, bu kültürel bir hizmettir.


 

     - Bunlara klasikleşmiş türkülerimiz diyebilir miyiz?

     - Tabii artık klasikleşmeye başladı. Çünkü halk dinledikçe yirmi, otuz, kırk sene geçtikten sonra halk onu süzgeçten geçiriyor. Klasikleştiriyor. Hatta beğenmezse atıyor çöpe.


 

     Mehmet Erenler’in meşhur ettiği: “Denizin dibinde Haçcem demirden evler”


 

     Denizin dibinde hatçem demirden evler

     Ak gerdanın altında da çiftedir benler

     O gınalı barmaklar da o beyaz eller

     Yolcuyu yolundan eyleyen dilber


 

     ***


 

     Ovalara duman çökmüş göremedin mi

     A gız gendi saçını öremedin mi

     Dalga dalga dalga dalga dalgalanıyor

     Haçceyi görenler aman sevdalanıyor


 

     ***


 

     Arvallı’nın önünde de pınarlar harlar

     Haççem çıkmış pencereye ay gibi parlar

     Ben hatçeyi yitirdim de dumanlı dağlar

     Gözlerimin pınarları durmadan çağlar


 

     ***


 

     Alçaklara garlar yağmış yükseklere buz

     Gel seninle gezelim ince belli gız

     Onu onuonuonuonu onuna

     Ben de yandım hatçenin mor fistanına


 

     ***


 

     Yüce dağ başına Hatçem ekin ekilmez

     Yağmur yağmayınca (aman) kökü sökülmez

     Ellerin köyünde Hatçem gahır çekilmez

     Doldur ağuları içelim Hatçem


 

     ***


 

     Alçaklara garlar yağmış yükseklere buz

     Gel seninle gezelim ince belli gız

     Onu onuonuonuonu onuna

     Ben de yandım Hatçenin mor fistanına”


 

     Ağu: Zehir

     Yöresi: Burdur-Arvallı (Bağsaray)

     Kaynak: Seyfettin Türkol

     Derleyen ve notaya alan: Mehmet Erenler

 

 

     Türkünün Öyküsü: “Gönül Sürgünü Haçceler…”


 

     “Denizin Dibinde Haçcem Demirden Evler” adlı türkü üç ayrı Haçcem’in hikayesinin birleşimidir. O dönemde fakir köylü kızların küçük yaşta istemedikleri kişilerle evlendirilmesiyle doğan hayat hikayeleri türkülere de yansır. Üç farklı türkü, tek bir repertuvarda zamanla hemhal olur. Aslında üç kadının da hayatları sevda yolunda kesişiyor. Anadolu’nun uzak köylerinde gönüllerinde yeri olmayan erkeklerin evlerinde yer bulmak zorunda bırakılan kadınlardır Haçceler... Hikayeleri tam da bu yüzden içimizi titretiyor belki de. Üçü de her şeyi göze alıp sevdanın peşine düşüyor... Gelin, biraz daha detaylı bakalım bu hayatlara…


 

     “Denizin dibinde Haçcem demirden evler” dizesinde bahsedilen ilk Haçce Burdur’un “Kayış Köyü”nden… Sevmediği bir adama verilen Haçcem’in sevdiği adam uğruna yaptıklarının öyküsü bu... Kocasını bırakıp sevdiği adam ile Antalya Merkez’e kaçar Haçce. Burada “demirden ev” denilerek kastedilen de sahilde etrafı demir çitler ile çevrili villalar…


 

     “Arvallı’nın önünde de pınarlar harlar” dizesinde geçen Haçcem Burdur’un “Arvallı Köyü”ndendir. Çok güzel bir kadındır. Köydeki vekil öğretmene tutkundur. Büyükleri onu zorla köyün çobanına verir. Vekil öğretmen köyden gider. Haçcem kaderine razı olur. Çoban kocasından bir de çocuk sahibi olur. Çobanı hiçbir zaman sevemez. Sonraki yıllarda köyde Süleyman isminde bir gence gönlünü kaptırır. Süleyman’ın samimi arkadaşı Bekir duruma itiraz eder. Tüm uyarılarına rağmen Süleyman da Hatçem’e gönlünü kaptırır... Bir süre sonra Hatçem, çocuğunu da bırakarak Süleyman’la birlikte köyden kaçar... Süleyman’ın arkadaşı olan Bekir de bu duruma bir türkü yakar.


 

     “Yüce dağ başında Hatçem ekin ekilmez” diye başlayan dörtlüklerde anlatılan diğer Haçcemiz ise Burdur’un “Beşkavak Köyü”nden, uzak ve yüksek bir dağ köyüne gelin giden bir genç kadının hikayesi…


 

     İşte Haçcem türkülerimiz, kulaktan kulağa dolaşa dolaşa bugünkü halini almıştır.



     Aydınlık Gazetesi - 22.03.2020, Pazar (Söyleşi: Emine Sağlam Akfırat)


Denizin Dibinde Haçcem




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5787444
Online Ziyaretçi Sayısı:28
Bugünlük Ziyaret :384

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.