Haluk Bilginer - Kadınlara Hak Vermek Erkeklere mi Kaldı

Bilginer, Haluk

     Usta oyuncu Haluk Bilginer, bir yandan tiyatro sahnesinde bir yandan da yeni dizisiyle televizyonda fırtına gibi esiyor.

     Yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın, müziklerini Tolga Çebi’nin yaptığı “7 Shakespeare Müzikali”, hem görsel hem de rock müzikten arabeske kadar müthiş bir müzik şöleni sunuyor. Oyun, bir erkeğin doğumdan ölüme uzanan sürecini anlatırken en çok hepimizin bir gün öleceğine işaret ediyordu. “İnsan denen salak yaratık, öleceğini bilmesine rağmen bunu sık sık unutur” diyen Haluk Bilginer’le erkeklerin aptallığından, korkaklığından ve onların “rahim kıskançlığı”ndan konuştuk.

     - Harika bir oyun izledik, iki saat süren müthiş bir performans ve bitmeyen alkışlar. Peki, siz neler hissediyorsunuz?
     - Önemli olan alkış değil. Bir işi düzgün yapmaya çalışmanın ardından mutluluk, enerji patlaması ve “oyun bitti, şimdi nerede içiyoruz” duygusu olur. Şu anda da viski içiyorum.

     Tiyatroda Seyirciyle Sevişiyorum

     - Picus dergisinde yaptığınız bir söyleşide “Sevişmenin modası geçti mi ki tiyatronun geçsin?” demişsiniz, nasıl bir paralellik kurmuştunuz?
     - Tiyatro bire bir insanla yapılıyor. Tek başına yapmıyorum ki, siz de varsınız. Ben sizinle sevişiyorum. Sinemada kiminle sevişiyorum? Kimseyle... Kameranın önünde yaptıklarımı birileri perdede ya da ekranda izliyor ama ben sahnede iki saat boyunca 200 kişiyle sevişiyorum. Onlar benimle sevişiyor mu, sevişmiyor mu bilemem, kendi tercihleri ama... Hayat gibidir tiyatro. “Kusura bakmayın, bir daha alabilir miyim burasını” deme şansınız yok.

     - Shakespeare denince insanın aklına ağdalı bir dil geliyor. Oyununuzda bambaşka şeyler gördük. Türk halkına Shakespeare’i sevdirdiniz...
     - Nasıl suç işlemişler, görüyor musunuz? Nasıl soğutmuşlar insanları? Shakespeare deyince herkes önünü ilikledi, “Dili ağırdır, kimse anlamaz, biz yaparız, seyirci anlamasa da olur” dediler. 16. yüzyıldaki seyirci anlıyorsa, biz niye anlamayalım? Salak mıyız? Bu anlaşılmaz çeviriler, yönetmenlerin anlaşılmaz yorumları, oyuncuların ne yaptığını bilmeden sahnede rol kesmeleriyle insanlar Shakespeare’den soğumuş. Doğru düzgün oynarsanız Shakespaere bir eğlencedir, dehadır.

     - Shakespeare “Doğduğun andan itibaren saat hep ecele akar. Her saniye ölüme yaklaşırsın” der... Oyunda da saatleri kullanıyorsunuz...
     - Şu anda konuşurken bile kaç dakika geçti? Ölüme biraz daha yaklaştık işte. İnsanlara öleceğini hatırlattıysak ne mutlu. Öleceğini bilen tek yaratık olmasına rağmen insan denen “salak yaratık” bunu sık sık unutur. Bu yüzden de bir sürü aptallıklar yapar. İnsanlık dışı davranışlar, sistemler ve eylemlerde bulunur. Oysa öleceğiz bir gün. Öleceğini bile bile nedir bu mülk hırsı, iktidar hırsı?

     - “Yarını düşünmeyen çocuk gibi kalmak isterdik” diyordunuz oyunda; ne anı, ne günü yaşayamayan koca yetişkinler olduk değil mi?
     - 50 yıldır çocuk kalmaya çalışıyorum. Büyüdüğüm zaman mesleğimi yapamam. Bir gün tiyatroyu bıraktıysam bilin ki büyümüşüm. Bu da kötü bir haber olur. Ben hep 10 yaşındayım. Bir gün vücut “halt etme otur” diyecek ama...

     - Keşke vücudumuz da yaşlanmasa...
     - Keşke ama sonsuzluk da iyi değil. Bence hedefi bilmek iyi. “Hayattaki hedefin ne” diye sorarlar. Hedefim ölüm, bana süreçten söz edin kardeşim. Yarın sabaha sağ çıkacağımı kim bilebilir ki? “5 yıl sonra şunu yapacağım, 10 yıl sonra kendimi şurada görüyorum da...” Yok ya! Ya yarın sabah uyanamazsan ne yapacaksın?

     Feminizm Erkeklerin Hıyarlığından Çıkmıştır

     - Bazen sonuçta ölüp gideceğiz, hiçbir şey için değmez duygusuna kapılıyor musunuz?
     - Çok güzel bir yere temas ettiniz ve tam bam teline vurdunuz. Öleceğimizi bildiğimiz için bu süreci daha çok önemsememiz gerekiyor. Ne kadar güzel ki bize şans verilmiş. Kimin hayatını nasıl değiştirdin? Kimden ne öğrendin? Kime ne anı bıraktın? Hepimiz birbirimize değiyoruz şu ya da bu şekilde. İyi ki biliyoruz öleceğimizi. “Nasıl olsa öleceğiz, boş ver” dediğin an, zaten öldün. Sadece nefes alırsın.

     - Siz feminist misiniz?
     - Feminizmi gereksiz buluyorum ve kadınları aşağıladığını düşünüyorum. Sakın feministler yanlış anlamasın, bunu feminizm kavramıyla ilgili söylüyorum. Bu da erkeklerin zorlamasıyla, erkeklerin hıyarlığından ortaya çıkmıştır. “Kadına haklarını veriyoruz” diyorlar. Kadın hakkı vermek sizin ne haddinize? Bu cümlenin altında bir iktidar yok mu? Sen kimsin de haklarımı bana vereceksin! “Erkek oğlu erkek”! Bu erkekler bu salaklıktan ne zaman kurtulacaklar çok merak ediyorum. Benim ömrüm yetmeyecek onu biliyorum da... Okumuşsunuzdur belki, sezgisel bir teorime göre; “erkeklerde rahim kıskançlığı vardır” demiştim.

     - Okumaz mıyım? Bu söylediklerinize dayanarak feminist misiniz diye sormak istemiştim aslında... Freudcular pek sevmez bu söylediğimi. Freud din gibidir. “Hayır, efendim biz penis kıskançlığı biliriz, rahim kıskançlığını değil” derler.
     - Ayrıca erkekler kadınlardan korkuyor, müthiş bir potansiyel olduğunun farkında... Korkmaz mıyız? Karnınızdan insan çıkarıyorsunuz, bir de o insanı sütünüzle besliyorsunuz. Bu erkek zihninin alabileceği bir şey değil. Erkek bilinçaltında, bilinç dışında kadının güçlü olduğunu görüyor ve söylemek istemiyor. Bu erkek için korkunç bir şeydir. Korktuğu şeyi de ezmeye kalkar. Erkek niye kolay öldürür? Doğurmanın ne demek olduğunu bilmez. Kadın insanın, üretmenin ve yaşamın değerini bilir.

     - Erkekler bir de güçlerini cinsel organlarından alıyor ne hikmetse...
     - Ne gücü, olsa ne olur, olmasa ne olur! Bakın, şimdi erkekler panikte. Neden? Ayrıca bu çok da hoşuma gidiyor. Artık bilim de gelişti kadın kendi hücresinden çocuk yapabiliyor. Sperme de ihtiyaç yok. Erkek iyice perişan vaziyette. Çok kötü bir haber erkekler için.

     - Erkekler ödlek midir aslında ve güçlü bir zırhla mı kaplıdırlar yalandan?
     - Tamamen yalan dolan. Onlara verilen ve o taşımak zorunda kaldıkları imaj, erkekleri çok yoran bir şey. Artık o imajdan çok sıkıldım. Çok yorucu. Kim ne yorum yaparsa yapsın insanım sadece. Benim cinsiyetim yok. Yani fiziksel olarak erkeğim. Bu kadar. Buna da yapacak bir şeyim yok. Böyle doğmuşum. Bir daha dünyaya gelirsem kadın olmayı denemek isterim açıkçası.

     Aşk Acısı Süründürür

     - “Melektir arzulanan kadın erkeğin gözünde. Ele geçtin mi kölesin, geçmedinse sultan” diyordunuz oyunda, ele geçen kadın şeytana mı döner?
     - Köle olur, çalışır, çamaşır yıkar. Adam da “Nerede yemeğim, nerede çamaşırım” demeye başlar. Bir de erkek bu acizliğini büyük bir şey gibi görür. “A, yemek pişiremem, bana bakacak bir kadın lazım” der. Yemek pişirmeyi bilmeyen zavallı biri, erkek diye ortalıkta dolaşıyor. Çok kızıyorum erkeklere.

     - Ben de o kadar kızıyorum ve sinirleniyorum ki... En yakışıklısına bile bakıp kim bilir bunun ne defosu vardır diye düşünüyorum...
     - Evet, kim bilir ne kompleksi vardır. “Kardeş şuraya nasıl gidilir” demeyi kendine dert edip “Eyvah! Beni yol bilmiyor zannedecekler” diye sormaya utanır. Bu nasıl bir arızadır yahu? Böyle nasıl yaşarsın? Omuzlarında bir yük değil mi? Burada aslında birazcık da çuvaldızı kadınlara da batıralım. Bu erkekleri de yetiştiren kadınlar.

     - Yine oyun üzerinden gidersek, erkek aşk acısı çekiyordu. Aşk derdine erkekler nasıl deva bulur?
     - Aslında erkekler bulduğunu zanneder. Bulamaz.

     - Peki, nasıl yaşarlar aşk acısını bir kadın gibi mi yoksa onların acısı iki günde geçer mi?
     - Geçmez; sürünürler. Süründüklerini itiraf etmeye korkarlar. Bir erkek imajı var ya, o imaja uygun yaşamak istedikleri için. Ben bilirim, reisim, hepsini yaparım... Nereye yapıyorsun hepsini kardeşim? Biraz kendine gelsene, erkek olmayı bırakıp biraz insan olsana!

     - Nasıl bir çocuktunuz? İlk aşkınızı hatırlıyor musunuz?
     - Mutlu bir çocuktum. İlk aşkım da 6-7 yaşındaydı. Sarışın, mavi gözlü, Fatoş adında bir kızdı. Kim bilir ne yapıyor şimdi?

     - O bilir miydi aşık olduğunuzu?
     - Bilirdi. Unutmuş bile olabilir, 50 yıl önceydi.

     - Aşkın yaşı var mıdır?
     - İnşallah yaşı yoktur aşkın. Yüz yıl yaşasan da aşk olacak. Aşksız çok zor...

     - Peki, aşk sizin için dolunay gibi gece mi, yoksa güneşli bir gün müdür?
     - Güneşli bir gün, sonra bulutlar, yağmur, şimşek, fırtına, kar, tipi, felaket, yanardağ... Sonra yine bahar, çiçekler tekrar yağmur sonra deprem. Bunların hepsi...

     Cenaze Şarkım Var

     - Deprem ne zaman olur? Evlenince mi?
     - Her an olabilir. Çadırda yaşıyorsan sana bir şey olmaz. Betonda yaşıyorsan ölürsün. Çadırda üzerine kumaş düşer. Örtünürsün, sevişmeye devam edersin. Betondaysa tepene çöküverir.

     - Nasıl biriyle yaşadığınıza bağlı olan bir durumdan mı söz ediyorsunuz?
     - Kesinlikle. Aynen. Daha doğal, daha samimi, daha da aşkın doğallığına yakın yaşarsak üzerimize sadece kumaş düşer ama biz beton gibi bir aşk yaşıyorsak tepemize devrilir, ezilir, ölürüz 

     - Hayatınızın aşkı kim desem, kızınız Nazlı mı, eşiniz Aşkın Nur Yengi mi?
     - Tiyatroya, doğaya, kızıma, eşime duyduğum aşk başka bir şey. İnsanlara duyduğum aşk bambaşka... Tercih yapmak zorunda kalmak da çok kötü. Tercih yapmayıp hepsini birden sevebilir miyim izninizle?

     - Kızınızı erkeklere karşı hangi konuda uyarmak istersiniz?
     - Anneannemin dediğinin dışında söyleyecek hiçbir şeyim yok: “Allah doğru insanlarla karşılaştırsın seni”. Ne diyebilirim ki? Seçimini kendi yapacak, hayat onun. Sadece iyiliği için doğru bildiğim şeylerin en iyisini vermeye çalışırım. Sonuçta karar hep onundur. Karışamam, haddim değil.

     - Sade vatandaş olarak Haluk Bilginer nasıl biridir, nelere sevinir, nelere üzülür?
     - Tiyatro yapmaktan çok mutlu olurum. Kızımla çok mutluyum. Ona baktığımda burnum sızlar, gözlerim dolar. Hiç düşünmeden uğruna ölüp öldürebileceğiniz tek yaratık. Çocukların üzüldüğü her şeye üzülürüm.

     - Sizi hüzünlendiren, bir kadeh olsa da içsem dedirten bir şarkı var mıdır?
     - Benim cenaze şarkım var. Vasiyet ettim. Bergama gaydası, Laço Tayfa “Harmandalı”. Hüsnü Şenlendirici orada klarnet çalar. Çalmaz da, konuşturur ve bütün hayatı anlatır... Doğumu, ölümü, coşkuyu, hüznü... Cenazemde bu çalınsın isterim, arkadaşlarıma da söyledim. İnşallah çalacaklar, unutmazlar 

     - İnşallah çalmazlar! Yani çalmaya gerek kalmaz da siz hep yaşarsınız anlamında söyledim...
     - Allah geçinden versin demek istediniz; anladım (gülüyor).

     Özel Dershaneler Kepazeliktir!

     - Kızınız anaokuluna başladı, eğitimi için bir plan yaptınız mı?
     - Türkiye’deki eğitim sistemi şaka gibi. Mickey Mouse ülkesi gibi burası. Buradaki eğitim büyük bir skandal, kepazelik. Dünyanın herhangi bir yerinde özel dershane diye bir şey duydunuz mu? Bu söylediklerimi yazamayacaksınız, biliyorsunuz değil mi?

     - Niye ki? Yazarım...
     - Yazamayacaksınız. Vahim olan da bu.

     - O zaman iddiaya girelim...
     - Girelim. “Özel dershaneler kepazeliktir” diye alt başlık atabilir misiniz? Özel dershane büyük skandaldır. Bunlar yazılmadığı ve kimse itiraz etmediği sürece bu rezalet devam edecek. Devlet, “benim lisem, benim üniversitem yetmiyor, git dışarıdan ders al” diyor. Milli Eğitim Bakanı o koltuk kendisine batmadan nasıl oturuyor orada? Böyle bir kepazelik var mı? Özel dershanesi ve özel okulu olan bir ülkenin Milli Eğitim Bakanıyım demek gurur duyulacak bir şey mi? Bu utanç vesilesidir. Ben şimdi Nazlı’nın eğitimini kara kara düşünüyorum. Özel dershaneye mi mahkum edeyim? Yoksa bu sistemin tamamen dışında olanaklarım elverdiği sürece başka bir şey mi yapmalıyım? Hakikaten bilmiyorum. Birisi bana akıl versin.

     Reklam Arasında Eğlence Üretiyoruz...

     - “According to Jim” adlı diziden uyarlanan yeni projeniz “Cuma’ya Kalsa” için ne söylersiniz?
     - Bence çok iyi bir adaptasyon. “Niye adaptasyon yapıyorsunuz yerli yapımlar varken” diyorlar. Yerli yapım derken neyi kastediyorsunuz? Adı üstünde; sit-com. Yerli değil ki! Türk geleneğinde, Türk edebiyatında böyle bir formül yok ki. Bir de niye Türk sit-com’u yapmıyorlar diye soruluyor. Nasıl yapsınlar? Sit-com: Stuation Comedy... Televizyona formülü belirlenmiş, insanların seyrederken eğlenebileceği bir şeyler üretmek istiyoruz. Kadını ya da adamı değiştirip başka bir şey yapıyorsun. “Cumaya Kalsa”da üç çocuğu olan bir karı-koca, bir baldız, bir de kayınbirader var. Türkiye’ye, Türk kültürüne çok yakın sevecen bir aile. Adam karısını ve çocuklarını çok seviyor. Diğerleriyle arası çok iyi. Geniş bir aile... Aslında bizde çok olan, yurtdışında pek olmayan bir durum bu. Çok da güzel adapte oldu. Niye olmasın? Seni eğlendiriyor mu, ona bak. Biz keyifle yapıyoruz, eğleniyoruz. Reklam arasında eğlence üretiyoruz, fazla abartmaya gerek yok.

     Gazete Vatan / Sibel Ateş Yengin – 02.05.2010, Pazar




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5764982
Online Ziyaretçi Sayısı:5
Bugünlük Ziyaret :351

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.