Ensemble Feverish Music Topluluğu Temsilcisi Zafer Yümlü... "Oda Müziği İnsanlara En Yakın Tarzdır"

Zafer Yümlü - Yeni Asır Söyleşisi

     Yümlü: Oda müziği en fazla, 8–10 kişiden oluşan sahne performansıdır. Böylelikle, insanların enstrümanlara ve müziğe odaklanması gerçekleşir.

     Ulusal ve uluslararası çoksesli müzik alanında yurt içi ve yurt dışında konser ve etkinlikler düzenleyerek kaliteli ve bilinçli bir dinleyici kitlesi oluşturmak için çaba harcayan "Ensemble Feverish Music Topluluğu" temsilcisi Zafer Yümlü bu hafta sayfamıza konuk oldu. Topluluk ayrıca, dünya çapında pek çok sanatçıyla işbirliği halinde çalışmakta. İzmir'in kültür ve sanat hayatına canlılık getirmeyi ve müzikle insanları mutlu etmeyi görev bildiğini söyleyen topluluğun kurucusu Yümlü, Ege Üniversitesinden aldıkları destekle "Ensemble Feverish Müzik Kursu"nu da kurmuş. Kurumda çalışanların hepsi "Devlet Konservatuvarı" ve "Güzel Sanatlar Fakültesi"nden mezun kişiler. "Ensemble Feverish Müzik Topluluğu"nun açıklamalı oda müziği ve orkestra konserleri özellikle gençler tarafından büyük ilgi görüyor. Sanatçı, İzmir gibi gelişmiş bir kentte bile işlerinin ne denli zor olduğunu sözlerine eklemeden edemiyor. "Avrupa Müzik Okulları Birliği"ne üye olan topluluk, 11–12–16 Mart tarihlerinde yeni bir etkinliğe hazırlanıyor. Düzenledikleri "Master Class"a, devlet sanatçısı Ruşen Güneş'in yanısıra yurt dışından gelecek sanatçıların da katılacağını belirten Yümlü, Sarıkamış'ta verdikleri konserle ilgili duygularını da anlattı.

     – Zafer Bey sizi tanıyarak başlayalım sohbete...

     – İzmir'de doğdum. "Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı"nda korno öğrencisi oldum. 1997'de bir dizi konser için gittiğim Fransa'da Prof. Lecomte ve 2000 yılında Prof. Cass ile çalıştım ve aynı yıl Türkiye'deki eğitimimi bitirdim. 2002'de İzmir'de ilk çoksesli "Dünya Şarkıları Topluluğu"nu kurdum. "İzmir", "Çukurova" ve "Bursa Senfoni Orkestraları"nda çalıştım. Halen kurucusu ve genel koordinatörü olduğum "Ensemble Feverish Müzik Topluluğu" ile yurt içi ve yurt dışında konserler vermekte ve etkinlikler düzenlemekteyim.

     – Topluluğunuza yabancı bir isim vermeyi özellikle mi seçtiniz?

     – Türkiye'de bir olayı açıklamak için harcadığınız çabayı yurt dışında beş dakikada hallediyorsunuz. İsmi bu nedenle seçtim. Yurt dışı bağlantılı çalıştığımız için işimizi kolaylaştırıyor açıkçası. Bakın, Expo'ya hazırlanan bir şehiriz. Bana göre, Türkiye'nin en batılı şehriyiz. Doğma büyüme İzmirliyim. Üç kuşaktır basın sektörüne hizmet veren bir ailenin ferdiyim. Ama bizim de çok handikapımız var. Expo'ya aday olan bir şehir, en başta çevre ve kültüre yatırım yapmalıdır. Eğer insanlar doğru hizmet alırlarsa karşılığını verirler. Doğru kültür nedir? İnsanların "Kral TV"de dinleyecekleri müziklere hiç ihtiyaçları yok. Üzülerek söylüyorum, geçen ay bana bir rapor geldi; dünyanın en iyi 500 müzik kurumu... Bunların içinde bir tek Türk Kurum yok. Bu aslında, ne kadar acınacak durumda olduğumuzun göstergesi.

     – Oda orkestrası Türkiye'de çok bilinen bir müzik türü değil. Görüyoruz, opera sanatçısı Hakan Aysev operayı tanıtmak amacıyla magazin programlarına çıkıyor...

     – Oda müziği pek bilinmiyor ama aslına bakarsanız oda müziği insanlara en yakın çok sesli müzik tarzıdır. En fazla, 8–10 kişiden oluşan sahne performansıdır. Böylelikle, insanların enstrümanlara ve müziğe odaklanması gerçekleşir. Hayatında hiç klasik müzik dinlememiş birini senfoni konserine götürseniz "Bu ne gürültü" der, opera'ya götürseniz "Bu insanlar niye bağırıyor" der. Ama, küçük bir oda müziği konserine götürseniz, çıkışta ıslık çalarak o melodiyi söyler. Hele ki, kendinden bir şeyler dinletirseniz çok ilgilerini çeker. Ne yazık ki, biz Avrupa'nın 400–500 sene gerisindeyiz. Mozart'ın, Liszt'in, Bach'ın ilk eserleri hep eski halk ezgileridir. 1930'ların Türkiye'sinden elli kat daha gerideyiz. Hani Cumhuriyet baloları, hani tangolar?

     – Oda müziğini tanıtmak amacıyla çalışmalarınız var mı?

     – Geniş bir düşüncemiz var. Geçen yıl verdiğimiz üç seminerden sonra, bu yıl sekiz seminer veriyoruz. "Ege Üniversitesi 50. Yıl Köşkü"nde veriyoruz seminerleri. Halka açık bu seminerler. Önce bir konferans ardından da küçük bir dinleti sunuyoruz. Geçen yıl "Muğla Üniversitesi"nden, bu yıl da "Afyon Üniversitesi"nden davet aldık. Olay günden güne büyüyor. "50. Yıl Köşkü"ndeki konserlerimizde insanlar, tarihi bir atmosferde enstrümana odaklanıyor, müzik tarihi hakkında bilgi alıyor. Sorduğu her sorunun cevabını alabiliyor. Hoş, soru soran bir toplum değiliz o da ayrı bir mesele.

     – Verdiğiniz konserlerin özelliği nedir?

     – Konserlerimizin bir özelliği "Açıklamalı Oda Müziği Konserleri" olarak geçmesidir. Sahnede eserlerin hikayesi ve enstrümanlar hakkında bilgi veririz. Amacımız kaliteli bir topluluk yaratmak. Çünkü, Türk toplumunun en büyük sorunu bence cehalet.

     – Yurt dışında bu tür kişilere özel konserler çok var. Sizin de böyle özel konserleriniz oluyor mu?

     – Ben aynı zamanda yurt dışından ve yurt içinden dünya çapında pek çok sanatçının Türkiye temsilcisiyim. Topluluklar isterse kendi seçecekleri, isterlerse bizim seçeceğimiz mekanlarda bizden konser ve resital alabiliyorlar. Kilise konseri olabilir, salon konseri olabilir. Küçük bir festival veya tanıtım kokteylleri de olabilir. Yani, çeşitli etkinliklerde görev alıyoruz, ancak en az üç ay öncesinden bilmemiz lazım. Yıllık programımızı bir sene evvelden hazırlıyoruz. Çok sistemli ve emin adımlarla ilerliyoruz. Doğru bildiğiniz yoldan şaşmak lazım. Türkiye'deki bütün sorun sistemsizlikten kaynaklanıyor.

     – Çalışmalarınızda "Ege Üniversitesi"nden destek alıyorsunuz ve orada her yaş gurubuna eğitim veriyorsunuz...

     – Evet. Eğitim kurumu olarak da Bornova'da klasik müzik dalında tek eğitim veren kurumuz. İzmir'de sürüyle kurs bulursunuz ama gittiğinizde öğretmeniyle, öğrencisiyle, semineriyle, konseriyle küresel kurum olmanız lazım. Bizim kurumumuz "Avrupa Müzik Okulları Birliği"ne de üyedir. Bugün internete girdiğinizde bütün dünyada bizim topluluğun kayıtlarını görebilirsiniz.

     – Elinizdeki kitap nedir?

     "Dört Korno İçin Anadolu Ezgileri" adındaki bu kitap, önümüzdeki günlerde Litvanya'da seslendirilecek. İngiltere, İtalya, Avusturya, Sırbistan, Almanya gibi ülkelere gönderildi. Şu anda Almanya'da bir firma tarafından yayını yapılmakta. "Cenevre Şehir Kütüphanesi"nden de talep geldi. Anadolu ezgilerinin tanıtımı açısından önemli bir kitap. Ne yazık ki, Türkiye'de seslendirilmiyor. Biz, Türkiye'de meyve veren ağacı taşlıyoruz. Türkiye'de elbet spora destek olunmalı, ancak bu tür ciddi çalışmaların da desteklenmesi lazım.

     – Yakın tarihlerde bir etkinliğiniz var mı?

     – 11–12–16 Mart tarihlerinde Master Class'larımız var. Devlet Sanatçısı Ruşen Güneş, Paris Operası'ndan Oğuz Karakaş ve Bekir Küçükay gelecekler. Aylar evvel duyurusu yapıldı. Ve ne yazık ki; son başvuru tarihi 1 Mart olduğu halde insanlar başvurmak için 1 Mart'ı bekledi. Tipik Türk toplumu. Avrupalı Türkiye'de sistemli insan gördüğünde çok şaşırıyor. İsviçre'de kaldığım otelin sahibiyle şöyle bir görüşme yaptım. "Nereden geliyorsunuz?" dedi... "Türkiye'den" dedim. "Orası neresi?" dedi. Ancak "İstanbul, Galatasaray" dediğimde tanıdı. Ne yazık ki, Avrupa Türkiye'yi İstanbul olarak biliyor.

     – Son olarak ne söylemek istersiniz?

     – Sarıkamış'a gittik. Türkan Şoray ve Kadir İnanır'ın "Gazi Kadın" filminin çekildiği yerler, o tarihi mekanlar halen duruyor. At arabası kızaklı. Olağanüstü güzellikte bir yer. Orada, valinin, belediye başkanının ve garnizon komutanının katıldığı bir konser vermiştik. Klasik bir programdı. Carmen ve film müzikleri çaldık. Türkçe bilen insan bile çok azdı. Ön taraftaki insanlar alkışlarken, köylülerin canı sıkılıyordu. Ama biz "Sen Gelmez Oldun" türküsünü senfonik olarak çaldık ve seslendirdik. Köylüler öyle mutlu oldular ki, kendilerinden bir şey duyunca ayağa kalktılar. Yani, biz kendi ülkemiz olarak kültürel bakımdan çok zenginiz. Ama, değerini bilmiyoruz.

     "Sponsor olduğunuz etkinlik müşteri kitlenizi gösterir"

     – Keşke çocuklarımızı bu tür müziklerle tanıştırabilsek... Maalesef televizyonlarda saçma sapan müzik programları ile insanlar boşa vakit harcıyor...

     – Hiçbir konuda sistemli değiliz. Sponsorluk olayı Türkiye'de bilinmiyor. Üzülerek söylüyorum aptal sabah programlarına sponsor olmayı marifet biliyoruz. Yıllar önce Aziz Nesin az bile söylemiş. Firmalar için sponsorluk çok getirisi olan bir olaydır. Sponsor olduğunuz olgu sizin müşteri portföyünüzü gösterir. Siz kalite istiyorsanız kaliteli bir olaya sponsor olacaksınız. Avrupa'da senfoniler olsun, opera ve oda orkestraları olsun hepsinin bir sponsoru vardır.

     Söyleşi: Gülengül Uslu • Yeni Asır Gazetesi – 06.03.2008




Son Güncelleme:02.08.2021 22.17
Toplam Ziyaret:5790051
Online Ziyaretçi Sayısı:18
Bugünlük Ziyaret :950

Bu Site En İyi Firefox,Chrome,Safari'de ve 1024x768 Çözünürlüğünde Görünür.